İster münevver deyin, ister aydın deyin… Aynı şey ama şu
sıralarda maalesef rastlamak mümkün değil kolay kolay… Münevver,
yani aydın kimse, bir istikamet üzre düşünen, hareket eden, tavır
alan kimsedir neticede. Münevver, yani aydın kimse, hakikatin
peşinden giden, onu arayıp bulmaya çalışan, bulunca bırakmayan, her
şartta ve durumda hakikat ve hakkı yüceltmekle mükelleftir aynı
zamanda.
Bilgili, kültürlü olmak, çok fazla sayıda kitap okumak, felsefeye,
düşünceye kafa patlatmakla münevver olunabilir mi? Elbette ki bu
sayılanlar bir yolun kilometre taşlarıdır. Ancak münevver, yani
aydın olmak için “şunları okuyun, bunları yapın”dan çok daha
fazlası gerekiyor.
Sadece kütüphaneler dolusu kitap okuyarak aydın olunablir mi?
Bilmek, öğrenmek kadar bilmeye ve öğrenmeye her daim aç olmak,
aramak, her daim sorgulamak, sorular sormak ama sürekli de hakkın
ve hakikatin yanında yer almak gerekmiyor mu? Her önüne konana
inanana, gördüğü yanlışa samimi olarak itiraz etmeyene, hakikati
kendi menfaati uğruna eğip bükene ve en önemlisi de bir başkası
önünde eğilene aydın nasıl diyeceksiniz?
Aydın dediğimiz bir bakıma bir tavırdır, bir duruşun adıdır. Çok
fazla malumat sahibi olmak bundan dolayı münevver, yani aydın
olmaya yetmez. Ciltler dolusu bilgiye sahip olup da zerre haktan
yana tavır gösteremeyen kimseden aydın olabilir mi?
İnsanları etkilemek adına ciltler dolusu kitaplardan, hamallığını
yaptığı malumatlardan seçkiler sunmak, adeta bunun “havasını
atmak”, bunun “cakasını satmak”, bunun “ekmeğini yemek” bugünün
“aydın görünümlü popüler zevatının özetidir. Kerameti kendinden
menkul fikirlerini, algı ve bilgi düzeyi yerlerde olan kitlelere
çok mühim hakikatler gibi “kakalamayı” bir münevver seçkinliği
sosuna bulayınca bir anda “üstad” olduğunu zanneden zevat önümüzde
durmaktadır.
Halbuki, aydın tavrının zerresi görülmeyen, aydın duruşunun gölgesi
bile üzerlerine vurmayan bu popüler ve yüzeysel ilgi delisi zevat,
hiçbir ciddi meselede hiçbir anlamlı tepki veremezler. Kendilerini
suret-i haktan gösterip, haktan ve hakikatten yana en ufak bir
eylem ve söylemde bulunmazlar, bulunamazlar.
Neden? Çünkü birtakım yerlere göredir hakikatleri ve haktan yana
gözüken ama riyakar olan şövalyelikleri… Doğruluk tartıları,
hakikat pusulaları birtakım menfaatlere, birtakım odaklara göre
ayarlı olduğundan bozuktur en başta. Hakikati orasını burasını
yontarak söyleyince hakikatten eser mi kalır? Doğruyu, her şartta
ve durumda söyleyemeyince kıymeti olabilir mi?