İkinci Dünya Savaşı Almanya’nın yenilgisiyle fiilen bitse de, Japonya “teslim olmama” konusunda diretiyordu. ABD, İngiltere ve Rusya’nın tüm ısrar ve çabalarına rağmen birtakım sebeplerden, detaylardan ötürü teslim olmuyordu. Süreci hızlandırmak isteyen ABD, her zamanki pragmatizmi(!) ve iş bitiriciliğiyle(!) çözümü, sorun devam ederken düşünmüştü oysa…
Bir Ağustos günü bir şehrin, Hiroşima’nın tepesinden aşağı atılan atom bombası! Misli ve benzeri görülmemiş bir vahşet ve barbarlıkla bütün bir şehir, orada yaşanan hayatlar, yüzyılların getirdiği tüm kültürel ve insani birikimler, birkaç saniye içinde yerle yeksan oldu. Binlerce dereceye varan sıcaklıkla insanlar kavruldu, savaşta bile yapılmayan bir adilik literatüre girdi. Gerçi daha sonraları o literatür, bizzat ABD eliyle daha da zenginleştirildi, zenginleştiriliyor!
Yüzbinlerce insanın tepesinden aşağı atom bombasını atan pilot, tam da ülkesine yaraşan bir pişkinlik sergiledi ve geri kalan ömründe “asla pişman olmadı”! Ne de olsa, ülkesinin gözünde de kendi çıkarları dışında hiçbir şeyin, hiçbir insanın, hiçbir hayatın, hiçbir ülkenin bir kıymeti yoktu! Aynı, çoluk çocuk demeden Filistinliler katleden bombaların üzerine sırıtarak, pişkin pişkin resimler çizen İsrailliler gibi! “Dünyanın süper gücü” denen belanın pişkinliği, pervasızlığı artarak devam etti. Kendini “dünyanın jandarması” sayıp Vietnam’a dadandı, ülkesini savunan insanları “terörist”, “vahşi” vs ilan etti. Filmler çekip kendi adiliklerini ve barbarlıklarını “kahramanlık” diye duyurdu.