Büyük siyaset meseleleri arasında bir konu deniz feneri gibi çakıp duruyor. İstanbul'un doğal incisi Adalar'ı yağma hazırlığı fark edilmekte. Her birine defalarca gittim. En çok da Burgaz'a. Kalpazankaya'dan midye çıkarıp, teneke üzerinde pişirmek cazip gelirdi. Kınalıada'ya genelde ramazanda uğrardım. Orhan Ayhan büyüğümle iftar sofrasına otururduk. Mütevazı evinin bahçesinde yetişen sebzelere, öncelikle domateslere bayılırdım. Üstat eğer midye dolması hazırlamışsa "cennet sofrası" olurdu. Tabii bunun öncesi vardı. Mısır Çarşısı'nda alışveriş faslı. Kuşgönü pastırma gibisinden. Heybeliada'ya hepsinden fazla gittim. Hatta aykü testlerine Deniz Harp Okulu'nda girdim. Felsefe hocam Nesrin Kurtoğlu sayesinde. Bu da hayli ilginç geçmiş ve herkes şaşırmıştı. Şimdi sonuçları yazıp hava basmak niyetinde değilim. Şimdilerde Profesör olan bir doktor arkadaşımla Heybeli'deki kayınpederinin yazlığına çok sık demir attık. Büyükada, bana hep "aristokrat" geldi. Belki kimi önemli kuruluşların şubeleri ve oteller yüzündendir. Aradaki minik Sedef Adası'na da epey uğramışımdır.
Tehlikeli ölçekler
Hepsinin toplanıp ilçe olarak kabul edildiği adalardan garip kokular gelmeye başladı. Hemen belirteyim ne benim ne yakınlarımın buralarda hiçbir menkul ya da gayrimenkulü yok. Birkaç gündür ekranda Adalar konusu gündeme oturdu. Mevcut 16 bin nüfusunun 70 bine çıkacağı işleniyor. Peki nasıl? Her imara açılma öncesi olduğu gibi meşhur ölçeklerden söz edilmeye başlandı. 1/1000'likler askıya çıkıyor. Demek ki bu kadar insanı yerleştirecek yerler hazır. Öncelik yeşil alanlarda. Sahiller de tırpanlanıp, imara açılacak.