Benim Eczacıbaşı ailesiyle tanışmam Nejat Eczacıbaşı'yla başlar. İKV'nin toplantısı vardı. Her zamanki alışkanlıkla, vaktinden önce hareket ettim. Yine prensip edindiğim gibi aynı hatta bulunan iki dostuma uğramayı planladım. Birine uğradım, diğerini bulamadım. Eğer bugünkü gibi cep telefonları olsa, mutlaka "geliyorum" mesajı verirdim. Aslında, normal telefonla da yapabilirdim. Bu bana ders oldu. Bir daha asla randevusuz hareket etmedim.
İki adrese niyetlenip birini gerçekleştirmek bir dostluğun başlangıcını sağladı. Vakfa erken gittim. Kimse gelmemişti ve çalışanlar bile yoktu. Karşımda sadece Nejat Bey'i buldum. Selamlaştık. Baktım beklemekle vakit geçmeyecek bari karnımı doyurayım diye düşündüm. Kendisinden "Efendim ben çıkıp geleyim müsaadenizle" şeklinde izin istedim. Gayet net bir ifadeyle "Nereye?" diye sordu. Hiç kıvırmadan cevapladım; "Karnım aç, yakında güzel bir büfe var oraya uğrayacağım, çok güzel ve değişik tostlar yapıyorlar". Aynı tonda karşılık aldım "Bana da ısmarlar mısın?" Bu defa sesle değil, jestle hareket edip kapıyı gösterdim. Şimdi var mı bilmiyorum ama Elmas Büfe'ye Nejat Bey'le birlikte girdik. Önce çeşitleri tek tek sorup, kullanılan malzemeleri öğrendi. En çok, çikolatalı yengeni merak etti ama tercih etmedi. Neticede "karışık"ta karar kıldı. Hem de iki tane. Ayranı değil, portakal suyunu seçti. Sıkılırken, dikkatle izledi. Dönerken de beni çaktırmadan sorguladı. Gazetecilikteki hocamı sordu."Mithat Perin'le birlikte çalışıyorum"u duyunca sevindi. "İyi hocadır. Şahsen tanır ve beğenirim" şeklinde takdirini belirtti. Nejat Eczacıbaşı'yla muhabbetimiz çok sıklıkla olmasa da sevgi ve saygı çerçevesinde devam etti. Bir başka merhum kardeşi Şakir Eczacıbaşı'nı da onun vasıtasıyla tanıdım.
Daha sonrası
Bülent Eczacıbaşı ile yakınlığım kuruluşun dış gezilerine davet edilmemle başladı. Bunlar genelde ihracat bağlantıları olan, Moskova'yaydı. Bana ilginç gelen SSCB Sağlık Bakanlığı'nın yaptığı "Etkili olma testleri"nden İpana'nın birinci çıkmasıydı. Bu sonucu görünce, yıllardır kullandığımı Crest'i bıraktım. İpanacılara katıldım.
Bu seyahatler ve karşılıkları güzel geçerdi. Sanırım benim katıldıklarım çok neşeliydi. Bir defasında halkla ilişkilerin başındaki eski arkadaşım Bilgin Peremeci Moskova'ya götürdüğü bizlere sordu "Yarını sizin isteklerinize ayırdık. Nerelere gitmek istersiniz?" Kızıl Meydan'dan sanat merkezi kabul edilen Arpad Sokağı'na kadar pek çok yer önerildi. Hiç sesimi çıkarmadım. Aramızda şimdilerde "Homini Gırtlak" uzmanlığı yapmakta olan Mehmet Yaşin de vardı. O zamanlar güzel fotoğraflı gezi dergisi Atlas'ı yönetiyordu.
En sonunda ben konuştum. "Solcu takım"a dönüp "Yahu babanızın mezarını unuttunuz" dedim. Ardından ekledim; "Nâzım Hikmet'e uğramayacak mısınız?" Anında alkış ve sevinç çığlıkları yükseldi.