Cuma sabahı domates alacağım. Manava girdim. Baktım o pembe cinsten de var. Bunları şimdilerde Çanakkale ve civarındaki seralarda yetiştiriyorlar. Çok lezzetli oldukları kadar, pahalı. Hiç olmazsa birkaç tane alayım dedim. İnce naylon torbaya yerleştirdim. 11.5 lira tuttu. Neyse, aldık bir kere. Tam çıkarken, minicik plastik kaplara yerleştirilmiş erikleri fark ettim. Üşenmedim saydım. Her birinde altı tane var. Jelatinleyip üstlerine Arılım diye etiket yapıştırmışlar. Şimdi sıkı durun o minicik kaplar 10 lira. Vaz geçtim ve çıktım. Devir hesap devri ya. Bir tanesini ağzıma atıp bağıramadım. "Eski ağza, yeni taam" diyemedim.
Nedendir bilmem, erikten Neyzen Tevfik'e geçtim. Onun anılarından bazılarını hatırladım. Neyzen'i sonradan görme zengin bir arkadaşı yemeğe davet ediyor. Ev sahibi Boğaz'daki yalısında konuğuna soruyor; "Siz hiç hanımparmağı yediniz mi?" Neyzen bunu ilk defa işitmekte.
- Hayır. Kusura bakmayın ama bu yaşa geldim hiç parmak yemedim. Buna vezirparmağı da dahildir.
Ev sahibi ısrarcı; "Şimdi yersiniz efendim".
- Hayır yemem.
Tam o esnada hizmetçi gümüş tepsi içinde küçük sarı muzlar getirmiştir. İngiltere'nin sömürgelerinde yetişen bu muzlara "Lady's finger" yani hanımparmağı denmekte. Hafif mayhoş ama lezzetliler. İncecik kağıtlara sarılıp satılıyorlar. Tatlıcıda vezirparmağı neyse, Balıkpazarı'nda hanımparmağı o.