Ahmet Mithad Efendi'nin önemli lafıdır; "Kar İstanbul'a yağarsa haberdir". Oysa şimdilerde ana arterler pırıl pırıl. Bir kaç ara sokak dışında trafik normal. Yine feryatlar yükseliyor. Hele Çamlıca ya da Beylikdüzü'ne birkaç beyaz tanecik düşmüş ise. Yaşı müsait olanlar bilir -bunlardanım-. Karadeniz'den gelen buzlar Boğaz'ı doldurmuştu. Haliç buz tuttu. Cibali-Ayakapı'dan Kasımpaşa'ya yürüyerek geçmek mümkün oldu.
Bu dönemde asıl İstanbul, surların içindeydi. Yerleşim birimleri kümeler halindeydi. Bir balıkçı köyü olan Sarıyer ile Beşiktaş arasındaki mekanları tek tek sayardınız. Hatta Levent'ten sonrası yoktu. Kar fazla yağdı mı, gazetelerden önce vatandaşa malzeme çıkardı; "Kurtlar Mecidiyeköy'e kadar indi". Bu kulaktan kulağa yayılırdı. Ne kurt bıraktık ne sansar. Erkan Yiğit'in rahmetli annesinin çarşaf gerip dut silkelediği yerler site oldu. Bir başka merhum, babası için gazeteci arkadaşımız Faik Akın'ın esprisini hâlâ hatırlarım; "Kahraman vatman Haydar, Şişhane yokuşunu kum dökmeden çıkardı". Bu raylı araç şimdilerde iki yerde kaldı. O da nostalji için. 60 yıl öncesi "kara kışın cankurtaranı" idi. Gökten ne yağarsa yağsın yoluna devam ederdi.
Halk hazırdı
İstanbullu kış hazırlığına çok önceden başlardı. Kok kömürü en önemli yakacaktı. Sobayı bununla doldurduğunda en az bir buçuk gün rahat ederdin. Linyit çabuk geçerdi. Ayrıca külünü temizlemek dertti. Yine de bunu tercih edenlerin sayısı fazlaydı çünkü ucuzdu. Istranca'dan getirilen ağaçlar hele meşe ise kapışılırdı. Develerle kömür satıldığı yılların sonuna yetiştim. Ayvansaray'da çökmüş ha