Babamın görevi nedeniyle İskenderun'dayız. İsmet Paşa İlkokulu'na gidiyorum. Bu kent her zaman sıcak. Nisan sonundan başlayarak yerlere basamazsınız. Asfaltlar eriyor. Hele Mayıs ve Haziran'da adım atmanız mümkün değil. Ayakkabınızı yapıştıkları yerden zor kurtarırsınız. Böyle bir ortamda, üstelik küçücük yaşta oruç tutmaya niyetlendim. Bizimkiler çok sevindiler. Bir alkışlamadıkları kaldı. Okullar tam gün. Öğle eve geliyoruz. Sonra dönüp devam. Ramazan'ın birinci günü verilen arada eve geldim. Beni Ataninem karşıladı. Halimi görünce bembeyaz oldu. Gözlerim kaymış, dudaklarım ayrılmıştı. Hemen ecza dolabından bir şeyler bulup perişan yerlere sürdü. Sonra kocaman bardağa doldurduğu suyu zorla içirdi. Benim itirazlarıma karşılık şunları söyledi; "İlla tutacağım diyorsan, iki bölümlü olacak. Sahurdan öğlene, öğlenden iftar saatine". Anlayacağınız erken havlu attım. Babam İstanbul'a tayin olunca, başarıyla tamamladığım oruçlar dönemim başladı.
Çocuk namazları
İstanbul'un tarihi camilerinden biri "Tahtaminare"dir. Fener'le Balat'ın birleştiği noktada yer alır. 'Vodina Caddesi'nin ortasında. Hemen dışarıda "Sadık Baba Türbesi" bulunmakta. Eskiden çeşmesi de vardı. Uyanık partilinin biri cami ile türbe arasındaki çeşmeyi yok edip yerine Halk Ekmek büfesi kondurdu. Bu konuda hemşerilerimin uyarısıyla o büfeyi kaldırttım. Dramatik olan, çok eski çeşmenin yerinde artık yeller esiyor.
Tahtaminare'nin imamlığını uzun yıllar Hüsnü Hoca yaptı. Selanik muhaciri idi. İsmi ve unvanı söylenirken mutlaka "Usturumcalı"nın ilave edilmesini isterdi. Bir başka merhum Melih Sümer Palazoğlu semtin önemli eşrafındandı. Kendi de "suyun ütesi"nden olduğu için bölge insanının şeceresini tutardı. Onun söylediğine göre Usturumca, Selanik yakınlarında bir yerleşim merkezi. Tıpkı Drama ve Katrin gibi.
Hoca efendi, Ramazan aylarında çocuklar ve gençlere öğüt vermeyi severdi. Dini bilgisi yanında, aydın bir insandı. Öğrendiğim ilk dualar sayesindedir. Teravih namazına başlamamda da katkısı büyük. Cami ile aynı adı taşıyan mahallenin veletleri topluca teravih kılmaya başladık. Her şey iyi giderken, içimizden biri bütün düzeni sabote etti. Rizeli Artan'ın -adı gerçekten buydu. Nüfus memurunun azizliğine uğramıştı- saat kurmaları başladı. Kolundaki -tel maşa- koca ekranlı zaman göstergesini hep teravih sırasında kuruyordu. Meretin "tartar"larıyla cami yıkılıyordu. Cemaat birkaç gün "ya sabır" çekti. Bizim Artan gerçekten muzur. Uyarılara rağmen bu işi bitirmedi. Bu yetmediği gibi geğirtileri başladı. Sonuçta bizim çetenin içeri girmesi yasaklandı. Kovulunma töreninde Artan'ın kulağı neredeyse kopuyordu.
Bozuldu mu?