Doç. Dr. Ahmet Kasım Han'ı dinlerken sadece ona fokuslanıyorum. Öyle kocaman laflar ediyor ki diğer tartışmacılar bile şaşırıyor. Örneğin "Her kurumda mutlaka bir iletişimci olmalı" diyor. Ardından ilave ediyor; "Ancak bunlar kesinlikle bir arada çalışmamalı". Önce şaşırıyor, sonra mantık süzgecinden geçirip sonuca varıyorsunuz. Sözünü ettiği kesinlikle "uyumsuzluk hastalığı". Yine Han'a göre "ruh hastaları, başkalarının kavgalarında kendilerini görmekteler". Aynen katılıyorum. Bu iki önemli teşhise dayanarak ekran tartışmalarını izledim. İnanın gerçeği yakaladım. Katılımcıların hep aynı taraftan olmasını "havuz kanalları"nda görüyorum. Eğer "tarafsızlık sağlansın masalı" ile denge aranıyorsa yandınız. Karşıt görüşlülerin diş gıcırtıları bulunduğunuz yerden duyuluyor. Akademisyen. Üstelik bir üniversitenin dekanı. Kendinden başkasıyla ilgilenmiyor. Sözünü bitirdiği an, başlıyor cep telefonuyla oynamaya. Kimseyi dinlemiyor. Hatta sıra yeniden ona gelene kadar, gözleri ve parmaklarını cihazdan ayırmıyor. Bir yerde Sergen Yalçın'ın durmaksızın kalem çevirmesini -Fatih Altaylı da- hatırlıyoruz. Galiba tikler, modernize oldu deyip kanal değiştirmek mecburiyetinde kalıyorum.
***
Unutulmayan değerler
Kaybettiklerimiz'de fotoğraflar ikişer-cümle eklenerek yayınlandı. Bir kısmını ayıkladım. Kalanları şöyle sıraladım:
* Prof. Dr. Halil İnalcık. Hocalarını hocası. Sohbetlerimizde bana da büyük katkıları oldu.
* Hakkı Devrim. Benim de hocam. Onun için "Hayat Koçu" unvanı en yakışandı.
* Tahsin Yücel ve Nail Güreli. Meslek hayatımda katkısı olan isimlerden. Dilerim mekanları cennet olmuştur.
* Mustafa Koç. Washington DC günlerimden arkadaşım. ATM'den 20 dolar çekerken, Zenci soyguncunun elinden parayı kapışını unutamıyorum. Çok mütevazı ve hayvan severdi.