Dikkat ettiyseniz, dünyadaki bütün mühim gelişmeler doğrudan
ülkemizi ve bütün İslâm dünyasını ilgilendiriyor. Son “Katar krizi”
de öyle. Biz de bu “Katar aynasına” bakarak Müslüman olarak temel
politikamızın ne olması gerektiği üzerinde duracağız.
Ülkemizi yöneten siyâsî iradenin tavırlarını şu atasözü ile
özetleyebiliriz: “Denize düşen yılana sarılır!” Ne var ki
Osmanlının son devirlerinden itibaren uygulanan politikada hep
zararlı çıkan taraf biz olduk. Kırım Harbi’nde öyle oldu, ’93
Harbinde öyle oldu. Bu iki misalin açılımını yapmaya kalksak, bir
makaleye sığmaz. Hülasa olarak bahsedelim. Kırım Harbi (1853-
1856), Osmanlı’yı “hasta adam” olarak gören Rusya’nın, Osmanlı
toprakları olan Eflak-Boğdan’ı işgal etmesi üzerine patlak
vermiştir. [Bugünkü Romanya ile Moldavya. Bu iki ülke de Osmanlı
mülküne dâhildi. Osmanlı Devleti bu topraklara “Memleketeyn” adını
vermişti ve Eflak (Ulahya) ve Boğdan (Moldavya) diye iki prensliğe
ayırmıştı] Osmanlı Devleti, “denize düşen yılana sarılır”
politikasını ilk defa bu savaş vesilesiyle uygulamış, Rusya’nın
Avrupa’da yayılmasından ve sıcak denizlere inmesinden endişe eden
İngiltere ve Fransa ile birlikte hareket etmiştir. Bu savaş, 1856
Paris Antlaşması ile neticelenmiştir. Bu savaşta Osmanlı Devleti
çok ağır yara almıştır. En başta Osmanlı Donanmasının neredeyse
tamamı Sinop’ta Ruslar tarafından yakılmış, böylece Osmanlı,
denizlerdeki vurucu gücünü kaybetmiştir. Aslında en ağır yarayı,
1856’da ilan ettiği “Islahat Fermanı” ile almıştır. Osmanlı Devleti
bu ferman ile sözde Avrupa devletlerinin tam desteğini kazanmak
için azınlıklara geniş haklar vermiş, bu tavizin ardı arkası
kesilmemiş ve günümüze kadar devam etmiştir. (Avrupa uyum
yasalarını hatırlayınız.)