Bazen ne zor bir şey bu ülkede yaşamak. "Her şey ben yaşarken
oldu, bunu bilsin insanlar" der ya İsmet Özel. İnsan olmanın her
hali bütün dramatik yönleriyle etrafımızda cereyan
ediyor.
Doların artışı ya da geçici hükümetin bakanlarının açıklamaları ile
ilgilenirken insan olmanın "anlamını" sorgulatan olaylar
gözlerimizi kapasak da bizi terk etmiyor.
İşte böyle bir şey Türkiye'de yaşamak... Kalesine, dikenli tellerin
ardına sığınan bir Avrupa ülkesi olamayız... İnsanlığın
dertlerinin, trajedilerinin toplandığı bir coğrafyadayız... Suriye
iç savaşı, Akdeniz ve Ege'nin sularında batan mülteci gemileri ve
yeniden başlayan şehit cenazeleri...
Ortadoğu'nun bitirilmeyen savaşlarının mağdurlarının acıları
üzerimize yağıyor. Hem de bitmeyen "büyük" tartışmalarımızın,
"küçük iktidar" kavgalarımızın arasında...
Bugün gazeteleri açtığımda bu ülkede yoğun bir gündemle yaşamanın
verdiği yüke hiç benzemeyen tarifsiz bir acı hissettim yüreğimde.
Evet, evet...
"Gelişmiş" Avrupa'da yeni bir hayat kurmak için bindikleri botun
batması ile cansız küçük bedeni Bodrum sahiline vuran Suriyeli
Aylan'dan bahsediyorum.
Aylan'ın küçük naaşı gözlerimin önünden gitmiyor.
Mazlum bir insanın ölümünün bütün insanlığın ölümü olduğunu bir
daha derinden hissettim. Batı merkezli dünyanın iflası hiç bu kadar
ayan beyan olmamıştı. Mültecilere kapılarını kapayan Avrupa'nın
propagandası çok yapılmış "değerlerinin" bu ölçüde tarumar olduğuna
tanık olmamıştım.