Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Johannesburg'daki BRICS zirvesine
katılması Türkiye'nin yeni dönemdeki arayışları açısından çok
önemliydi.
Türkiye'nin G-20 içindeki bu beşliye katılma isteği (BRICS-T) ve
Erdoğan'ın dönüş yolunda aralarında olduğum gazetecilere yaptığı
açıklamalar Washington ile yaşanan "Brunson" geriliminin gölgesinde
kaldı.
ABD ile bütün gerilim konularına dokunan bir kelime dikkatimi
çekti: "Alternatifler." Mülakatın içeriğine dikkatlice bakıldığında
Erdoğan, sadece ABD'nin tehditlerine kesinlikle boyun
eğilmeyeceğini söylemiyor. Aynı zamanda çok sayıda kritik konu ve
girişimi "alternatif" kelimesi ile bir araya getiriyor:
BRICS'e ve Şanghay Beşlisi'ne katılma arzusu, milli paralarla
ticaret gündemi oluşturma, Trump ve Pence'in yaptırım tehdidine
karşı çıkış, S-400'lerin alımındaki kararlılık, F-35'lerdeki
uluslararası tahkime gitme vurgusu, İran'a yaptırımlarının
haksızlığı, Çin ve Rusya ile ilişkileri derinleştirme isteği ve
nihayet 4'lü Suriye Zirvesi (Türkiye, Rusya, Almanya ve Fransa'nın
7 Eylül'de İstanbul'da bir zirve için buluşması).
İşte Trump'ın hasımlarını ve müttefiklerini tehdit ettiği bir
dönemde Erdoğan bütün bu konuları Türkiye'nin ilişkilerindeki
"alternatif arayışının" bir parçası olarak tartıştı. Ve hepsini
şöyle özetledi: "Biz göbeğimizden Amerika'ya bağlı değiliz... ABD,
bu tavrı değiştirmezse, Türkiye gibi güçlü ve samimi bir ortağı
kaybedeceğini de unutmamalı."
Erdoğan'ın bu cümleleri ülkesinde beş yıllık siyasi istikrarı
sağlayan muktedir bir liderin Batılı müttefiklerine çektiği rest
olarak okunmamalı. Bu yaklaşım ABD'yi bir kenara bırakan, NATO'dan
çıkmayı hesaplayan ideolojik bir yeni yönelim de değil. Hatta son
dönemde Almanya ve Hollanda ile ilişkilerin toparlamasının
gösterdiği üzere Avrupa'nın güçlü üyeleri ile iyileşme arzu
ediliyor.
Yine Rusya, Almanya ve Fransa ile "ticaret savaşı, Suriye ve İran"
konularını müzakere etme girişimi yeni bir işbirliği arayışına
tekabül ediyor.
İttifakın anlamının dönüştüğü dünyamızda müttefikler birçok konuda
stratejik ayrışmalara düşüyor. Dahası, müttefikler eski hasımları
ile farklı konularda işbirlikleri üretmeye çalışıyor. Sözgelimi
Avrupa, Rusya ve Türkiye bir araya gelerek İran yaptırımları
konusunda ortak bir zemin bulmaya çalışıyor. Aslında klasik ittifak
anlayışını geri dönülmesi zor şekilde çatlatan Başkan Trump oldu.
"Önce Amerika" sloganı ile ülkesinin hegemonyasında 2. Dünya Savaşı
sonrası kurulan "liberal düzeni" hem siyasi hem de ticari açıdan
dönüştürmeye çalışıyor. Hedefte olan sadece Kuzey Kore, İran, Çin
ya da Rusya değil. Trump gerekirse Almanya'yı ya da Türkiye'yi
tehdit etmekten geri durmuyor. AB'nin dağılma ihtimalini
umursamıyor. Brexit'ten hoşlanıyor. "Ticaret savaşlarının" dünya
düzenine getireceği yıkıcı sonuçları göz ardı ediyor. İşte büyük
güçler böylesi bir dünyaya hazırlanmak zorunda.
Çin, küresel ticari yayılmasını sadece ekonomik ilişkilerle
(yatırım, kredi vs) koruyamaz. ABD'nin siyasi-askeri gücünü daha
fazla "ticaret" için kullanması durumunda Latin Amerika ya da
Afrika'daki ağlarını elinde tutmakta zorlanır. Kendisine dış
politikası bağımsız olan stratejik partnerler bulmak durumunda.
Aynı şey Rusya ve AB için de geçerli. Türkiye bağımsız dış
politikası ve etkin siyasi liderliği ile farklı stratejik boyutları
aynı anda taşıyabilmekte. Son beş yılın türbülansından da
güçlenerek çıktı. Uluslararası sistemin içine girdiği belirsizlik
döneminde hem Rusya, hem Avrupa hem de Çin için krize dayanıklı
bölgesel aktör konumunda. Şansölye Merkel'in iç kamuoyundaki
Erdoğan karşıtlığına rağmen cumhurbaşkanımızı eylülde ağırlamaya
hazırlanması bu yeni gerçeklikle alakalı. Kuşkusuz küresel ve
bölgesel belirsizliklerin ürettiği alternatiflerin dünyasında
sorunlar büyümeye devam edecek.
Ancak Türkiye için önümüzdeki beş yıl geçtiğimiz beş yıldan farklı
imkânların olduğu bir dönem olacak. Birini terk etmeden diğeri ile
de çalışabilmenin yolunu bulanlar ayakta kalacak.