Hollanda Başbakanı Rutte, aşırı sağ rakibi Wilders korkusuyla
sergilediği skandalın karşılığını aldı.
Seçimlerde 31 milletvekili kazanarak koalisyonu kuracak birinci
parti olmayı başardı.
Ülkesinin merkez siyasetine "mülteci ve Türkiye karşıtlığını"
taşıma pahasına şimdilik aşırı sağ partinin beklenenden az oy
almasını sağladı. Ancak bu "başarı" büyük bir maliyet üretti.
Aslında Rutte'nin diplomatik skandalı Türkiye-AB ilişkilerinde yeni
bir dönemin kapısını açtı. Birliğe müzakere sürecindeki bir
demokrasinin halkoylaması ile ilgili bir toplantısı "atlı
polislerin şiddeti" ve "vur emri" ile karşılandı. Ve ne yazık ki
Avrupa başkentleri ve AB kurumları bir kadın bakana reva görülen bu
şiddete sahip çıktı.
***
AB cenahındaki bu savrulma Brüksel- Ankara ilişkilerindeki mevcut
gerilimlerin dönemsel bir kriz olmadığını gösterdi. Aksine yaşanan
kriz derin ve çözülmesi hayli zor yapısal- zihinsel boyutlara
sahip.
Birkaç yıldır Türkiye ve Cumhurbaşkanı Erdoğan eleştirileri ile
beslenen "korkuların" çığırından çıktığı bir düzlem oluştu.
O da yabancı, mülteci, Müslüman ve Türk kavramlarının seçmenlerin,
kitlelerin önüne bir "korkular demeti" şeklinde koyulması. Bu demet
halen Avrupa demokrasilerinin temelini erozyona uğratan güçlü bir
dalganın habercisi. Ve Rutte'nin "fırsatçı" tercihi Brexit
referandum sürecinde ucu görünen bir olguyu Avrupa siyasetinin ana
temalarından biri haline getirdi: Türkiye korkusu.
Bundan sonra Avrupa medyasında çıkan Erdoğan ve Türkiye aleyhtarı
haberlerin, yorumların etkileri her geçen gün siyasetçilerin
kontrolü dışında olacak. Yönetilmesi zorlaşacak. Başına buyruk bir
fırtınaya, bir hayalete dönüşebilir. ABD, Avrupa ve Rusya arasında
yeni güç dengelerinin oluştuğu bir dönemde Avrupalı kitlelerin,
hatta kurumların savrulmasını engellemek de iyice zorlaştı.
***