Son dönemde "süreç" kelimesini çok duyar olduk. Barış da savaş
da bir süreç... PKK ile mücadelenin bir "süreç" olduğu hem
Cumhurbaşkanı Erdoğan hem de Başbakan Davutoğlu tarafından
vurgulandı.
Erdoğan, Çin-Endonezya resmi gezisine çıkarken, PKK'nın silahlı
güçlerinin ülkeyi terk etmediği durumda "çözüm süreci"nin devam
etmesinin "zor" olduğunu belirtti. Parti kapatmaya karşı olduğunu
söyleyen Erdoğan, terörle ilişkilenen milletvekillerinin (HDP'li
vekilleri kastederek) dokunulmazlığının kaldırılmasından bahsetti.
İşte bu noktada "çözüm süreci fiilen bitti," "krizde" ya da
"durgunluğa girdi" gibi hüküm cümlelerini duyuyoruz. Bu cümlelerin
işaret ettiği bir gerçeklik var. Artık "iki sürecimiz" var; birisi
"terörle mücadele," diğeri "çözüm süreci"...
İkisi birbirine zıt olan bu süreçler hangisinin bittiğinin adı
konmadan bir süre birlikte devam edecek. Türkiye devleti her modern
devlet gibi "cebir" tekelinin elinde olduğunu, güneydoğuda paralel
bir yapılanmaya müsaade etmeyeceğini gösterecek. PKK da hem eylem
yapma kapasitesini hem de bölgesel bir aktör olduğunu sergileyecek.
Bu iki tavır da çözüm sürecinin "yoğun bakım"a alınması demek...
Kanaatimce çözüm süreci "bu ülke"nin evlatlarının nihayet barışı ve
birlikte yaşamayı başarma projesi olduğu için eninde sonunda hayata
geçecektir... Lakin içinden geçtiğimiz günler de aktörlerin
muhasebe zamanı...
Devletin çözüm süreci muhasebesini uzun süredir yaptığını ve
Erdoğan'ın "ortada masa kalmadığı" mesajı ile yeni bir evreye
girildiğini biliyoruz. Bu yeni evreye hızlıca geçilmedi... AK Parti
Hükümeti kendi başlattığı Çözüm sürecine olan bağlılığı sebebiyle
şartları sonuna kadar zorladı. PKK-HDP çizgisinin Suriye'deki
savaşı ve iç siyasetteki krizleri (Gezi ve 17 Aralık) fırsat
bilerek çekilme sözünü tutmadığı, aksine yeni militanlar devşirerek
savaşma kapasitesini yükselttiği iyice netleşince "krizin" adı
konuldu.