Rakka'nın ele geçirilmesiyle Suriye ve Irak'ta Deaş sonrası
döneme geçildi. Bu dönemin ana gündemi her iki ülkenin bütünlüğünü
koruyan ve çalışan yapıların nasıl oluşturulabileceği... Türkiye
açısından da PKK-PYD'nin geleceğinin ne olacağı...
Kerkük kolaylıkla Bağdat'ın kontrolüne geçtiyse de Irak'ta sular
kolay durulmayacak. Bir yanda Erbil-Bağdat arasında müzakerelerin
başlayacağı konuşuluyor. Diğer yanda Kerkük civarından Peşmerge ve
Irak ordusu arasında çatışma olduğu haberleri geliyor.
Önümüzdeki günlerde, haftalarda Erbil- Süleymaniye- Kerkük
hattından sıcak gelişmeler duymaya devam edeceğiz. Bağdat, IKBY'yi
sınırlandırmak ve belki de bölmek için yeni adımlar attıkça Barzani
de kendisini koruma içgüdüsüyle milliyetçi duygulara sarılacak.
Bu arada Kerkük'ün kaybının Kuzey Irak'taki Kürtler arasında PKK'ya
müzahir bir ortam oluşturduğu söyleniyor. Hatta 700 militanı ile
Kerkük'e gelen PKK'nın KDP tabanında popülaritesinin arttığı iddia
ediliyor. Bu iddialar aslında Barzani'nin PKK ile ilişkisinin zor
bir döneme girdiğini düşündürüyor. PKK ile yakınlaşma Türkiye ile
ilişkilerin toparlanması ihtimalini sıkıntıya sokuyor. Yine, Tahran
ve Bağdat'ın IKBY'ye "onursuz bir uzlaşma" önermesi halinde K.
Irak'ta istikrarın sağlanması mümkün olmayacak.
İşte bu sebeplerle Türkiye, yeni Bağdat- Erbil denklemindeki
müzakerelerin ve olası uzlaşmaların kilit ülkesi durumunda. Ve
Bağdat ve Tahran, Ankara ile işbirliğini sürdürmeye ve PKK
konusunda adım atmaya mecbur.
YPG ise Rakka "zaferini" Abdullah Öcalan'ın posterleriyle kutladı.
PKK'nın Suriye kolu olduğunu Washington'daki destekçilerini bile
rahatsız edecek ölçüde cümle âleme ilan edercesine... Yine de çok
rahat sayılmazlar... Washington'ın Barzani'yi yalnız bırakmasından
ürktükleri söylenebilir. Kritik konu, Deaş ile mücadeleyi bitirme
noktasına geldiğinde ABD'nin Suriye politikasının nasıl bir dönüşüm
geçireceği...
Eski Suriye büyükelçileri Robert Ford'un tavsiye ettiği gibi ABD
bir an önce Suriye'den çıkmanın yollarını mı arayacak? Rusya ile
Esed'li bir geçiş süreci ve İran'ı sınırlandırma üzerinde
anlaştıktan sonra... Yoksa YPG bölgesindeki askeri üslerini kalıcı
hale getirecek bir formülün peşine mi düşecek? Zira hem YPG'yi
korumak hem de Esed üzerinde İran'ın etkisini kırmak ciddi bir
askeri varlığı Suriye'de tutmayı gerektirir.
Afganistan'dan Lübnan'a on binlerce Şii milisi Suriye sahasına
sokan İran'ın direniş hattını zorlu bir mücadeleye girmeden
bırakması ancak bir hayal olabilir. Ve ABD'nin Ankara'nın birinci
önceliği olan YPG'yi uzun yıllar boyunca koruyabilmesi de sahayı
terk etmemesiyle mümkün.
Elbette Rusya'nın YPG'yi yanına alma çabalarını da gözden
kaçırmayalım. Marksist bir örgüt olarak PKK-YPG'nin Moskova ile bir
geçmişi var. Kaldı ki Rusya, YPG-PYD'yi Cenevre ve Astana
süreçlerine dahil etmekten yana olduğunu göstermişti. Son günlerde
ise Moskova ve Şam'dan YPG-PYD'ye Suriye'nin kuzeyinde "özerkliği"
tartışmaya açık oldukları yönünde mesajlar gidiyordu. Nitekim
taraflar arasında özerkliğin müzakere edildiği haberi bile sosyal
medyaya yansıdı.
Esed yönetiminin Deaş ile mücadele sürecini kendini yeniden
Suriye'nin birçok bölgesinde hâkim kılabilmek için nasıl
kullandığını biliyoruz. Şimdilerde muhalifleri ve YPG'yi yönetim
şemsiyesine alarak Suriye'nin bütünlüğünü sağlamak istiyor.
Bu gidişat SDG maskesi altında YPG'ye bir özerk bölge getirir mi?
Bu soruya "evet" demek Esed yönetiminin baştan beri takip ettiği
stratejiyi okuyamamak anlamına gelir. Müzakerelere başlarken "evet"
dese bile, "bağımsız devlete gidebilecek bir özerkliği" YPG'ye
sunmayacaktır.
Türkiye dahil bölge ülkelerinin "toprak bütünlüğü" konusunda
işbirliği yapabildikleri IKBY referandumunda görüldü. Eli güçlenen
Şam, Deaş tehlikesini kendi lehine kullandığı gibi, PKK-YPG
taşeronunu da zayıflatarak tasfiye etmenin yolunu
gözleyecektir.