Son yıllarda İslami-muhafazakâr kesimlerin nasıl bir dönüşümden
geçtiği sıklıkla medyanın gündemi oluyor. Medyanın negatifi sevmesi
ve siyasi polemiklerin konusu olması sebebiyle mesele hep sorun
olarak kodlanıyor.
Yaşanan dönüşüm, ya imam hatiplerin ve dini grupların
"yaygınlaşması" üzerinden "devlet eliyle İslamlaşma" anlamında
eleştiriliyor. Ya da dindar kesimdeki "ahlaki bozulma" iddiası
üzerinden Kemalist laikçiliğin "haklılığı" ve İslami kesimin
"fakirleşmesi" hükümleri veriliyor.
Başörtülüler bir gün "dindar nesil" politikasının bilinçsiz
araçları. Diğer bir gün ise, "baskıcı devlet politikasının"
kurbanları. Gezi protestoları sırasında ise "özgürlükçü ve adaletçi
aktörler" idiler.
Yine, DEAŞ gündemdeyken, gençler arasında "radikal seleficilik"
başını alıp gidiyordu. Şimdi bir vesileyle, dindar kesimlerin
çocukları arasındaki "deizm" iddiası öne çıkarılıyor. Değişmeyen
şey, dindarlıkla alakalı hususların sürekli "olumsuz" bir söylem
ortamında değerlendirilmesi.
Bu tür tartışmalar, Türkiye toplumunun önemli bir kesiminin
dönüşümünün analizini yapmaktan ziyade "aşırı politize ve
ideolojik" bir çabayla ilgili. AK Parti'nin muktedirliğinin içinden
geldiği kesimlere ve davaya "maliyetlerini" göstermek hedefleniyor.
Böylece, "AK Parti şimdilik iktidarda kalmayı başarabiliyorsa da en
sağlam dayanakları bile çöküntü içinde" mesajı veriliyor. "İran
gibi devlet eliyle İslamlaşma gençlerinizi dinden koparıyor" algısı
üretiliyor. Müslüman bireyin dünya ile ahiret arasında denge
kurmaya dayalı dini hayatının meseleleri güncel siyasetin gerilimli
dünyasına yerleştiriliyor. Hatta AK Parti iktidarına muhalefetin
bir alanına dönüştürülmeye çalışılıyor.
Hem "İslamlaştırma" hem de "dini hayatı yozlaştırma" gibi çifte
suçlama eşliğinde. Halbuki Cumhuriyet dönemindeki İslami
hareketlerin ve dini hayatın meseleleri daha karmaşık bir düzlemde
cereyan ediyor. AK Parti ile bağlantılı ancak çok daha geniş bir
değerlendirmeyi hak ediyor. Bu sebeple duygusal ve ideolojik değil
rasyonel analizlere ihtiyaç var.
Dindar olmak hiçbir zaman kolay değildi. Aşkın olana bağlanmak ve
yaşam boyu süren bir tercihi gerçekleştirmek esaslı bir mesele.
Modern dünyanın baskın sekülerizmi karşısında dindar olmak ise daha
da meydan okuyucu. Değerler ile fayda arasında zorlu bir sentez
kurmak gerekiyor. Bu yüzden dindarların günümüzün dünyevi
imtihanları karşısında verdikleri cevaplar çok yönlü muhasebeyi
gerektiriyor. Ürettikleri insan tipinin, kurumların ve
sosyal-siyasi oluşumların tecrübesinin gözden geçirilmesi verimli
bir gündeme karşılık gelmekte. Zira Türkiye'deki dindar kesimlerin
tecrübesi, İslam dünyasındaki başarısız örneklerin aksine,
"muktedir olabilme" ve "kalabilme" boyutuyla eşsiz önemde. AK Parti
iktidarı bir yönüyle laikçi uygulamadaki din-devlet ilişkisinin
gerilimini dindirdi. Diğer yönüyle de İslamcı çevreleri yönetmenin
realitesi ile buluşturdu. Eğitim ve kamusal temsil alanındaki
taleplerini karşılayarak sistem içinde normalleştirdi.
Bu yüzden dindar kesimlerin meseleleri renkli, çoğulcu ve üretken
bir gündemin parçaları. Ülkeyi yönetmenin, ümmetin sorunları ile
ilgilenmenin sorumluluğunu da taşıyorlar. Cumhuriyet döneminin
bütün hatalı politikalarıyla da yüzleşiyorlar. FETÖ'yü tasfiye
noktasında dindar kesimlerin iktidara verdiği destek buna sadece
bir örnek. İşte dindar kesimler, bütün boyutlarıyla, modern dünyada
muktedir olmanın, sistemi dönüştürmenin ve Türkiye'yi yönetmenin
problemleriyle uğraşıyor. Bu olgunun kendisi dindarlar için başlı
başına eşsiz bir başarıya karşılık geliyor.
"Manevi kayıplar" söylemi motivasyonu düşürmemeli; onun yerine
sorunlarla yüzleşmeli. Her türlü toplumsal-siyasal değişimi
taşıyabilecek özgüvene ve dinamizme sahip olunduğu sürece mevcut
başarı devam edecek.