2019 seçimlerine giderken AK Parti'nin önünde yönetilmesi
gereken iki "riskli" alanın bulunduğunu yazmıştım. İlkinin, AK
Parti- MHP mutabakatıyla, ikincisinin de AK Parti'de "çevrede"
tutulanlarla ilgili olduğuna değinmiştim. Her ikisiyle ilgili de
hareketlenme söz konusu.
Bugün, son zamanda gazeteciler üzerinden başlatılan "eski AK
Parti'ye dönme" söylemine odaklanacağım. Doğrudan Erdoğan'ın
siyaset tarzını hedef alan bu söylem bir muhasebe olmaktan öte
hesaplaşma ve meydan okuma boyutları barındırmakta... Hem AK
Parti'nin mevcut ideolojik yönelimine hem de Erdoğan'ın spesifik
politika ve kadro tercihlerine yönelik olarak... Bu yeni bir
aşama...
Daha önce, AK Parti'nin "adalet, özgürlükçülük, istişare, ortak
akıl, kadro hareketi ve tevazu" gibi klasik değerlerinden uzaklaşma
eleştirileri Erdoğan'ın "çevresindekilerin" sıkıntılarına
bağlanırdı. Ve Erdoğan'ın kararları "içeriden" Erdoğan'a etki
ederek "tashih" edilmek istenirdi.
Şimdi Erdoğan'ın Batı ile ilişkileri başta olmak üzere tercih
ettiği politikalar ve görevlendirmeler doğrudan "tartışılıyor." Ve
aslında davadan Erdoğan eliyle bir sapma olduğu öne sürülüyor. Bu
defa Erdoğan, "dışarıdan" ve "partileşme tehdidi" gösterilerek
"düzeltilmek" isteniyor. Dahası, Erdoğan'a "İslamcı" ve "Batıcı"
muhalefetin ucu gösteriliyor.
Elbette her şey mümkün... Siyaset dinamik tercihlerin ve
arayışların dünyası... Ancak medyada başlayan bu tartışmanın AK
Parti siyasetçileri arasında bir hat oluşturma ihtimalini çok düşük
görüyorum.
Neden mi? Uzun süre AK Parti'nin politikalarına yön veren isimlerin
Erdoğan'ı "dışarıdan" ve "İslamcı-Batıcı bir muhalefetle"
değiştirmeleri mümkün değil. Günümüz siyasi ortamında ve erken
başlayan 2019 seçim gündeminde varacakları yer "Erdoğan karşıtı"
kampın arzu edilen, yeni bir parçası olmaktır... Ve davaya ihanetle
suçlanmaktır...
Böyle düşünmemin iki sebebi var... Birincisi, Eğer AK Parti'de bir
değişim varsa, bu, iktidarda iken ve söz konusu kadrolarla birlikte
gerçekleşti. Üretilen "ideal" politikaların deneme-yanılma
süreçlerinden geçmesi ile bu noktaya gelindi.
AB süreci, reformculuk ve açılımlar ile 15 Temmuz sonrası
yerli-milli direniş aynı hikâyenin parçaları... Sözgelimi Erdoğan,
2009-2015 arasında çözüm süreci denemesini yapmış olmanın haklılığı
ve tecrübesi ile 2015 sonrasında sert bir terörle mücadele
stratejisi yürütebiliyor.