24 Haziran seçimlerinin galip teması "normalleşme" arayışı. Seçmeni sandığa hararetle çağıran muhalefet de iktidar da aynı ihtiyacı dile getiriyor. Bunun için bütün imkânlar seferber ediliyor ancak birbirine tamamen zıt değerlendirmelerle... Türkiye'nin Gezi olayları ile başlayan türbülans sürecinden çıkması gerektiği aşikâr. Aslında bu tespit herkes için ortak. Ancak ülkemizin neden türbülansa girdiği ve nasıl normalleşeceği konuları ise hayli tartışmalı.
*** Batı medyasının da güçlü destek verdiği muhalefete göre 2013'ten sonra Türkiye'nin içine girdiği türbülansın temel sorumlusu Cumhurbaşkanı Erdoğan ve izlediği politikalar. Hatta dün The Guardian'da yayımlanan yazıya bakarsanız "kabadayı Erdoğan sadece Türkiye için değil dünya için de tehdit. Türkiye'deki seçmenler dünyaya karşı sorumluluklarını yerine getirmeli ve O'nu göndermeli." İlginç... "Otoriter Erdoğan Türkiye'ye kaybettiriyor, yük oldu" söylemini sık duyuyorduk da bu özgürlük ve hakkaniyet dolu dünyaya katkı için "Erdoğan'ı gönderme" fikri de hayli yaratıcı olmuş.Türkiye'deki seçimlerde bu kadar cüretkâr taraftarlık yapan dışarıdaki "normalleşme" havarilerinin içeride daha sofistike versiyonları var. Başlıca argüman, Erdoğan'ın AK Parti'yi "kuruluş ilke ve kriterlerinden uzaklaştırdığı" hatta muhafazakârlara dahi "zarar verdiği" yönünde. Çözüm ise belliM muhafazakârlar için de en iyisi olan şey, yani "normalleşme için Erdoğan'ı göndermek." Bu yaklaşım da en az The Guardian'daki kadar orijinal! Bir yanda AK Parti seçmenine dünyaya karşı "sorumluluğunu" hatırlatanlar. Diğer yanda muhafazakârlara "aydınlatılmış" menfaatlerini göstererek, onları kendilerine "zarar veren liderlerinden kurtarmak." *** Türkiye siyasetinin son beş yılını "normalleşme" adına seçmenleri Erdoğan'dan vazgeçirmeye çalışanlardan farklı okuyorum. Bütün saldırılara ve sorunlara rağmen Erdoğan'ı sahiplenen "dip dalganın" da benim durduğum yere benzer bir değerlendirme yaptığı görüşündeyim. Ülkemizde "normalleşme" siyasetinin ana aktörü hâlâ Erdoğan'dır. Ve bugün bu uğurda verdiği mücadele sebebiyle ötekileştirilmektedir.
Erdoğan, modernleşme serüvenimizdeki anomalilerin hepsiyle yüzleşen ve tasfiye etme yolunda yürüyen bir liderdir. Değişim ile süreklilik arasında sentez arayan, dünyaya uyum ile milli öncelikler için mücadele etmeyi bir araya getiren bir devlet adamıdır. Ve şimdi ülkesini uzun süreli bir istikrara taşıyacak sistemi kurmanın gayretini göstermektedir. *** Ancak anlaşılan o ki, bazılarımız, bu mücadelenin kolay olacağını sandılar. AK Parti 2002'de iktidara geldiğinde Cumhuriyet'in birikmiş sorunlarıyla hesaplaşmanın ve çözüm bulmanın ne denli çetin olacağını göremediler. ABD ve AB ile entegrasyonun mutlu günlerini bir süre sonra zorlu gerilimlerin takip edeceğini tahmin edemediler. Menfaatlerin sadece müzakere ile temin edilebileceğini varsaydılar. Arap isyanlarıyla bölgemizde demokrasi dalgasının yerleşmesine müsaade edileceğini zannettiler. Ya da Türkiye'nin uluslararası sistemde etkin bir aktör olmasının meydan okuyan bir türbülansa sebep olacağını öngöremediler. *** Bu seçimlerde Erdoğan'ı sahiplenenler biliyor ki, AK Parti bu ülkenin sorunlarını çözmek için her seçeneği deniyor. Ve son beş yılda yaşanan türbülans ülkemizin sahici ve kalıcı bir normalleşmeye ulaşma hamlesine karşı çıkanlarla irtibatlı. Erdoğan bugün muhalefetin dilindeki "demokratikleşme, Batı ile uyum ve refahın yaygınlaştırılması" hedeflerini pratiğe geçiren ve hatta sonuçlarıyla yüzleşen bir siyasetçi. Dahası, Kürt sorunu dahil Türkiye'nin kritik meselelerine çözüm getirmek için riskleri göze almış bir aktör. Tam da Türkiye'yi "normalleştirme mücadelesinin" ortasında Erdoğan'ı terk etmek, bir daha normalleşme seçeneğine sahip olamamak tehlikesi taşıyor. Erdoğan'ın olamayacağını gösterdiği seçenekleri yeniden deneyecekleri seçmek normalleşmeye değil, iddialarından tümüyle vazgeçmeye götürür.
İşte, Türkiye'yi küresel ve bölgesel belirsizliklerin yoğunlaştığı bir dönemde sadece onun taşıyabileceğini görenler bunun için Erdoğan'ı sahipleniyor.