Gülen hareketinin 17-25 Aralık operasyonları sonrasında AK Parti
ve Cumhurbaşkanı Erdoğan aleyhtarı uluslararası kampanyaya "gözü
kara" katkılarda bulunmasına dikkat çekmiştim.
Bu hareketin mensuplarının Kemalist kesimin Batıcı eleştirel dilini
kullanarak kendilerini Türkiye'nin "yeni Batıcıları" olarak
konumlandırdıklarını söylemiştim.
AK Parti'yi "radikal İslamcı" olmakla ve önce El-Kaide, daha sonra
DAİŞ destekçisi olmakla suçlayan Gülen hareketi 15 Temmuz darbe
girişimi ile yeni bir safhaya geçti.
Bu safha Türkiye'de tüm toplumsal kesimlerde "terörist" olarak
kodla- nan bir hareketin "heretik" ve "taşeron" konumunu
pekiştirmesidir.
Dahası, ülkesiyle yabancılaşmanın son durağı olarak yeni bir
"marjinal Batıcılığa" sürüklenmesidir. "Ilımlı," "diyalogcu" ve
"küreselci" görünümü bu gidişatı örtemeyecek.
Zira FETÖ bu kanlı darbe girişimi ile Türkiye'yi bir daha geri
dönülemeyecek şekilde kaybetti. Bunun tek göstergesi FETÖ'cülerin
kamu kuruluşlarından tasfiyesi değil.
Daha önemlisi, Türkiye'deki AK Parti muhaliflerinin bile 15
Temmuz'un FETÖ darbe girişimi olduğu üzerinde büyük bir uzlaşmaya
varması.
Erdoğan'a keskin muhalif sesler bile bu uzlaşmayı bozmaya
kalkmadı.
Böylece içte Erdoğan karşıtı söylem darbe girişimine verilen
demokratik-sivil direniş ile iyice zayıflatılmış oldu.
***
Meşruiyeti sıfırlanan Gülen hareketinin elinde mensuplarını,
diyasporasını Batılı istihbarat kurumlarının daha fazla hizmetine
sunmaktan başka bir şey kalmadı.
FETÖ lideri Gülen'in, New York Times gazetesinde yazdığı makalede
"Batılı demokrasilerin ılımlı Müslümanlara ihtiyaç duydukları bir
dönemde, 'hizmet' içindeki ben ve arkadaşlarım Batı'nın yanında yer
aldık" argümanı bu söylediklerimin ispatı mahiyetinde.
Açıktan, hareketinin hâlâ Batı'ya hizmet etme değeri olduğunu ve
bunun için iade edilmemesini söyleyen Gülen elindeki tek kozu
oynamaya devam ediyor: Erdoğan'ın "diktatörlüğü" muhabbeti.