ABD'nin İsrail büyükelçiliğini Kudüs'e taşıması Gazze şeridinde
İsrail katliamı ile sonuçlandı. Hem de Ramazan ayının arifesinde ve
Nekbe'nin 70. yıl dönümünde...
60'ı aşkın Filistinlinin şehit edilmesine en sert tepkinin
Türkiye'den gelmesi ise dikkatlerden kaçmadı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, İsrail'i "soykırım" uygulayan "bir terör
devleti" olarak tanımladı. İsrail büyükelçisi ve İstanbul
Başkonsolosu ülkesine gönderildi.
Bugün Filistin ve Kudüs ile dayanışma için Yenikapı'da devasa bir
miting var. Ve İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT), Erdoğan'ın
davetiyle İstanbul'da olağanüstü toplandı.
Erdoğan'ın diplomatik gayretleri ülkesi ve İslam dünyası ile
sınırlı kalmadı. Tıpkı Başkan Trump'ın geçen yıl aralık ayındaki
"büyükelçiliği taşıma" kararına verdiği tepkiye benzer şekilde
uluslararası toplumu harekete geçirmeye çalıştı. Merkel, Putin ve
Papa ile Kudüs konulu görüşmeler yaptı.
Katliam karşısında sessiz kalan BM'nin genel sekreterine bile ulaşılamamasına isyanı da bu sorumlulukta kaynaklanıyor: "BM olaylar karşısında bitmiştir, tükenmiştir, çökmüştür. İsrail zorbalığına daha fazla sessiz kalınırsa dünya haydutluğun hâkim olduğu kaosa sürüklenecektir." Erdoğan'ın bu haklı haykırışı halklar nezdinde güçlü bir karşılık buluyor. Ne yazık ki aynı şeyi liderler seviyesinde söylemek mümkün değil. Filistin ve Kudüs, insanlığın vicdanının güçlü eliyle katledildiği bir olay olarak tarihe geçecek. BM'nin de "tükenişinin" en dramatik örneği sayılacak. *** II. Dünya Savaşı sonrasında galip güçlerin menfaatlerine uygun olarak kurulan BM sistemi tarihinde birçok kriz karşısında çaresiz kaldı. Saymakla bitmez... En sonuncusu Suriye... Güya modern dünyanın önünde yüz binlerin, Esed rejimi tarafından katledilmesine BM ve Güvenlik Konseyi seyirci kaldı. Ancak Filistin'in dramı BM açısından ayrı bir önem taşıyor.
Neticede İsrail, 1947'de BM'nin 181 sayılı kararıyla kurulmuş bir devlet. Yani düzeni koruma iddiasındaki BM sistemi, kendi kuruluşundan sadece iki yıl sonra Filistinlileri katliamlara ve yurtsuzluğa sürükleyen bir karara imza atmıştı. 71 yıl boyunca İsrail'in Siyonist yayılmacılığı, Filistin topraklarındaki "işgalini" genişletti. BM Genel Kurulu ve Güvenlik Konseyi çok sayıda kararla İsrail'den bu işgale son vermesini istedi. Ancak İsrail bu kararları hep yok saydı.
Dün, SETA'daki panelde Filistin meselesini konuşurken Mehmet Akif Kireççi ve Ufuk Ulutaş ilginç bir noktaya vurgu yaptılar:
İsrail, BM kararı ile kurulan ancak asla bu kurumun kararlarına uymayan saldırgan bir devlet... Kendini uluslararası hukukla, kurumlarla sınırlamayan bir işgal devleti... *** Trump yönetiminin son vahim Kudüs kararı, Filistin meselesinin çözümsüzlüğünü perçinledi. "Birleşik Kudüs'ü" Yahudi devleti İsrail'in başkenti olarak kabul ederek Washington, kendisinin "arabuluculuk rolünü" bitirmekle kalmadı. Kudüs mücadelesini Müslüman dünyanın vazgeçilemez, ortak bir davası haline getirdi.
"İşgal altındaki Kudüs" olgusu, Filistin davasından daha öte bir anlam taşımakta.
Bugünün konjonktüründe Arap liderler İran'a karşı İsrail'le yakınlaşmak için can atıyor olabilirler. Bunun için Filistin'i "kurban etme" noktasına gelmiş olabilirler.
Damat Kushner de Körfez'deki veliahtlarla birlikte formüle ettiği "Asrın anlaşmasını" Filistin'e dayatabilir. Ancak Kudüs işgal altında oldukça İsrail'i bu bölgede hiçbir şey meşru, normal hale getiremez...
Ortadoğu'da yeni bir düzen kurulamaz.
Hiç kuşkum yok; üzerinden onlu yıllar geçse de Kudüs davası bölgede yeni direnişlerin, mücadelelerin ilham kaynağı olacak.
İşte Erdoğan, sadece bu gerçeği haykırıyor.