Siyasi partilerimizin referandum kampanyaları, "istisnai" bir
dönemde olduğumuz fikri üzerine oturuyor. 16 Nisan'ın Cumhuriyet
tarihinin en önemli "karar anı" olduğunda evetçiler de hayırcılar
da hemfikir.
Gerçi, her seçimde siyasetçilerin bize "olağanüstü bir tercihle"
karşı karşıya olduğumuzu söylemesine alışığız. Yine de
"cumhurbaşkanlığı sistemi" tartışmasının tonuna, argümanlarına
baktığınızda "evet" ya da "hayır" demenin bu kadar kritik olduğu
başka bir referandum hatırlayamazsınız.
Referandum süreçleri genellikle, zıt görüşe dayanan iki bloğun
kararsızlar üzerindeki amansız rekabetine dayanır. Bu sebeple biz
de her iki cenahın seçmenleri ikna etmek için dini temaları da
kullanmasına şahit olduk. "Evetçilerin biatçı olduğu", "tek
adamlığın İslam'da olmadığı" ve "başkanlığın hilafeti getirdiği"
argümanlarında olduğu gibi. Ya da "hayır/şer" ikilemesi gibi.
Bu kullanımı sorunlu görenler mevcutsa da kanaatimce dinin
siyasetteki yerinin "normalleşmesi" olarak değerlendirmek de
mümkün. Yine de, referandum sürecinde dini dilin kullanımının
sınırlı olması kaçınılmaz.
Zira hayırcı bloğun önde gelen temsilcisi CHP bu alanda
İslami-muhafazakâr rakipleriyle yarışamayacağını iyi biliyor. Ve AK
Parti kararsızlarını dini polemiklerle etkilemeye çalışırken
"laikçi" oyların hevesini kaçırabilir.