Her bir yeni günde iki yıldır yaşadığımız türbülansın yeni bir yüzüyle tanışıyoruz. Bu defa, teröre tepki veren kitlelerin "şiddete eğilim" göstermesinin önüne geçilmesi gerekiyor.
PKK'nın 22 Temmuz'da iki polisi uykusunda şehit etmesiyle bozulan ateşkes Dağlıca ve Iğdır'daki son bombalı saldırılarla yeni bir aşamaya geçti. Türkiye halkının tepkisi sokak protestolarına dönüştü. Doğu illerinin plakasını taşıyan otobüslerin ve TIR'ların taşlanması, HDP binalarına ve medya kuruluşlarına yapılan saldırılar bunlardan bazıları. İnsanımızın derinlerindeki en büyük rahatsızlık, yeni bir lige çıktığını düşünen Türkiye halkının tekrardan teröre muhatap olması. Ve gün geçtikçe terörün daha fazla insan kayıplarına sebep olması.
Çözüm sürecinin yükselttiği "artık barış geldi" beklentilerinin yıkılması büyük hayal kırıklığı yarattı. Bu hayal kırıklığı yetmezmiş gibi iç kamuoyu da suçlu arama telaşındaki aktörlerin gürültüsü ile doldu. Hiçbir derde deva olmayan suçlu arama telaşı, "terörü lanetlemede birleşmek" gibi bir sorumluluğun kaybına sebep oluyor. Siyasi liderler kendi tabanlarını fail-i meçhul sokak protestolarından, linç girişimlerinden ve rövanştan uzak tutmak için yoğun çaba göstermekle mükellef.
Bu noktada 80 milletvekili ile Meclis'te ciddi bir temsil yakalayan HDP'lilere önemli bir görev düşüyor. Zira PKK'ya duyulan öfke, somut aktör olarak HDP'yi hedef haline getiriyor. HDP, hem terörle arasına mesafe koymalı hem de gerilimi artıracak söylemlerden uzak durmalı.