Türkiye, milli güvenliğini temin etme amacıyla kapsamlı bir terörle mücadele stratejisi yürütüyor. Hem içeride PKK, DAİŞ ve FETÖ'ye karşı etkili bir temizlik harekâtı yürütülüyor. Hem de Fırat Kalkanı Operasyonu'nun Suriye'nin kuzeyi ile sınırlı olmayacağının açık işaretlerini veriyor.
Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan, Çin gezisi dönüşünde ABD'ye Rakka operasyonunda destek verebileceklerini açıklamakla yetinmedi;
Türkiye'nin Musul cephesinde de DAİŞ'le mücadelede etkin olacağını söyledi. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu da DAİŞ'i Rakka ve Musul'dan temizlemede yerel güçlerin eğit-donatının yanı sıra özel kuvvetlerin de olması gerektiğini belirtti.
Böylesi bir genişleme akla şu kritik soruyu getiriyor:
El-Bab'da DAİŞ'le zorlu bir çatışma beklerken neden Rakka ve Musul operasyonlarında Ankara istekli? Geniş alana ya da farklı cephelere yayılmak Türkiye'yi sıkıntıya sokmaz mı?
Türkiye'nin istekliliği, Suriye ve Irak'ın iç içe geçmiş olmasını fark etmesinden kaynaklanıyor.
İç savaşın pençesindeki iki ülkede karmaşık bir parçalanma ve bütünleşme aynı anda yaşanıyor. Her ikisi de merkezi hükümetlerin çöktüğü, devlet altı aktörlerin ve terör örgütlerinin kontrolü ele geçirdiği bir parçalanmadan geçiyor.
Ancak aynı zamanda DAİŞ'in "hilafet" iddiası ve PKK-YPG'nin Pan-Kürdizm hırsı sebebiyle tek bir coğrafyaya dönüşüyor. Bu durum kapsamlı DAİŞ ve PKK-PYD ile mücadele politikasını gerektiriyor. Mücadelenin geniş alana yayılmasını yönetme sıkıntılarına rağmen Türkiye bu kararı vermek zorunda hissediyor.
Dikkat edilen temel husus Rusya ve İran'la ters düşmemek ve ABD ile koordineli olmak şeklinde özetlenebilir. Ancak yine de Ankara, gerekirse milli çıkarlarını korumak için tek başına da hareket etme eğiliminde.
Bu tercihin altında Rakka ve Musul operasyonlarının Suriye ve Irak'ın kaderini eşzamanlı şekilde belirleyeceği kanaati var. Hem DAİŞ sonrası döneme geçiş açısından hem de PKKYPG tehdidinin geleceği açısından.