Suudi Arabistan-BAE-Mısır öncülüğünde 11 ülkenin Katar'ı
ablukaya alması bu ülkenin "teröre finansını kesmesi" hedefinden
öte bir anlam taşıyor.
Başta ABD ve Körfez ülkeleri olmak üzere her devletin başkalarının
"teröristlerini" kendi "vekilleri" gördüğü bir bölgede "teröre
destek" iddiası sadece güç mücadelesinin bir parçasını
oluşturuyor.
Başkan Trump'ın kapağını açtığı yeni Pandora kutusu bölgedeki
çatışmaları yoğunlaştıracak ve çeşitlendirecek yeni bir jeopolitik
yaratıyor.
Sanki selefi Obama yeteri kadar fay hattını tetiklememiş gibi.
Hem Rusya'nın daha fazla müdahil olabileceği hem de bölgesel
güçlerin çekişmesinin artacağı bir döneme girdik.
İşte Türkiye'nin önce taraflar arasında "diyalog ve uzlaşı" çağrısı
yapması sonra da Katar'a uygulanan ablukayı haksız bulduğunu
açıklaması söz konusu tehlikeli gidişatı görmesiyle alakalı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan krize çözüm bulmak amacıyla İslam İşbirliği
Teşkilatı dönem başkanlığı görevi çerçevesinde bir seri görüşme
gerçekleştirdi.
Ancak Ankara bu arabuluculuk arayışı ile yetinmedi.
15 Temmuz darbe girişimi sırasında destek gördüğü Katar'a gıda
yardımı yaptı.
Yine, TBMM'de bekleyen iki anlaşma onaylanarak Katar'da askeri üs
kurulması ve Katar jandarmasının Türkiye tarafından eğitilmesi
süreci başlatıldı.
Katar'da halen 90 civarında olduğu söylenen Türk askerinin
mevcudunun 3500'e çıkarılacağı konuşuluyor.
Türk askerinin Doha'ya gönderilmesini Katar Dışişleri Bakanı El
Sani, "bölge güvenliği" için gerekli bulurken BAE Dışişleri Bakanı
Gargaş "Arap olmayan iki ülkeden (Türkiye ve İran) siyasi koruma ve
birisinden (Türkiye) de askeri koruma talep etmek, yeni bir trajik
ve komik bir sayfa açabilir" açıklamasıyla karşıladı. Ankara'nın bu
kritik ortamda Katar'a verdiği destek kuşkusuz gerilimi
tırmandırmak ya da bu ülkeyi Körfez ülkeleri ile varılacak
uzlaşmadan uzaklaştırma gayreti olarak okunamaz.
Hele, İran'ın da Katar'a gıda ve uçuş güzergahı noktasındaki
desteğinden hareketle "Ankara-Tahran-Doha ekseni" kurulmasıyla"
irtibatlandırmak polemikten öteye geçemez.
Aksine bölgenin İran-Suud kutuplaşmasına gitmesinden en fazla
rahatsız olan ülke olarak Türkiye, "realist bir denge politikası"
yürütme arzusunda.
Yine yeni vekil ve aslı çatışmalarını doğuracak tehlikeli gidişatın
kaybedenlerinin Müslüman ülkeler, halklar olacağının farkında.
Ne yazık ki Trump'ın Ortadoğu'daki etkisinin "Körfezin paraları ile
ABD'nin bütçe açıklarını kapatma hamlesi" olduğu gittikçe aşikar
hale geliyor.
Bu sebeple Ankara'nın Doha'ya desteğini Katar'ın ihtilaf halinde
olduğu ülkelerle "onurlu bir uzlaşma" yapabilmesine katkı olarak
görmek gerekir.
Zira Ankara, son yıllarda siyasi-ekonomik birçok alanda yakın
müttefiklik ilişkisi yürüttüğü Doha'nın ne "ekonomik ambargo" ne
"askeri müdahale/darbe" ihtimalleri ile karşılaşmasını istiyor.
Ne de otoriter monarşilerin taht kavgalarındaki operasyonlara
kurban gitmesini arzu ediyor.
Katar'ın ablukayı aşmasını sağlamak hiç de kolay olmayacak.
El Udeyd Üssü'nde 10 bin kişilik askeri birliğe sahip olan ve
abluka için yeşil ışık yakan ABD'nin tavrı asıl belirleyici
olacak.
Bu arada Suudi Arabistan, Mısır, BAE ve Bahreyn, yaklaşık 59 kişi
ve 12 yapıyı kendi terör listelerine ekleyerek Katar'dan
taleplerini netleştirdi.
Şimdi bu talepler üzerinden arabulucular vasıtasıyla müzakere
dönemi.
Rusya ve Katar'ın yatırım yaptığı dünya başkentlerinin devreye
girerek Körfez krizinin diplomatik-siyasi bir şekilde çözümüne
katkı sağlaması beklenir. Aksi halde Katar, İsrail güdümlü BAE
hırsları doğrultusunda manda haline getirilecek.
Ve bu Körfez'i bekleyen asıl tehlikenin, Suud-İran kapışmasının
ateşine benzin dökülmüş olacak.
Bilmem, İran Devrim Muhafızları komutanlarının DEAŞ'ın çifte
saldırısını Suudi Arabistan'a bağlayarak intikam yemini yapmasını
hatırlatmaya gerek var mı?