Bütün ölümler hüzün verir. Ama sevdiklerimizin ve ait olduklarımızın gidişi daha bir sarsar bizi. Dünya hayatının geçici olduğunu yakından hissetmek ile devam eden bir imtihanın içinde olmanın çelişkisini yaşarsınız. Düşünce serüvenimdeki büyük ustalardan birisi olarak gördüğüm Sezai Karakoç'un vefatı bu duyguları yeniden yaşattı bana. "Ne olacak Türkiye'nin hali" derdine düştüğüm 1980'li yıllarda fikirleriyle tanıştım. "Diriliş" çağrısı ile çağının insanlarına ve Müslümanlarına hem mücadele duygusu hem de yeni bir evrensellik iddiasına taşıyacak özgüveni aşılayan bir muzdarip aydındı. Lise yıllarımda Diriliş yayınevinde tanışma fırsatı bulduğum Karakoç, sade yaşam tarzı ile gündelik hayatın tüketici konforuna isyan eden bir sufiydi. "Medeniyet tezi" ile Doğu halklarının ve İslam dünyasının dirilişi için çabalayan bir dava adamıydı. Sanat, düşünce ve siyaseti birleştiren bir hayat sürdü. Mehmet Akif Ersoy'un milletin ve ümmetin talihiyle dertlenmesini kendisine yol edinenlerdendi. Artık Karakoç, "yerleşecek yer aramadan," Doğu'nun yedinci oğlu olarak yaşadı ve her gün...