Suruç'ta Amara Kültür merkezi önünde gerçekleştirilen bombalı
saldırı ile 30 vatandaşımızı kaybederken 100'ü aşkın insanımız da
yaralandı. DAİŞ bağlantılı olduğu düşünülen canlı bombanın sebep
olduğu menfur katliamı telin ediyor ve milletimize, vefat edenlerin
ailelerine başsağlığı diliyorum.
Bu saldırıyı değerlendirirken meseleyi sadece "güvenlik zafiyeti"
bağlamında ele almak bize önümüzdeki dönemi görebilecek bir bakış
açısını vermeyecektir. 5 Haziran'daki Diyarbakır HDP mitingindeki
patlamaya benzer bu saldırıyı kamuoyunda bir "algı savaşına"
çevirmenin de zihin karmaşası yaratacağı ortada. Sorumluluğu
Hükümet'in üzerine yıkan ve eleştiriyi "teröre destek" formatına
sokan kampanyanın da öncelikle düşmanlık hislerini körükleyeceğini
biliyoruz. Kaldı ki bu saldırının HDP'lilerin yanı sıra DAİŞ'le
daha etkin mücadele için ABD ile yeni bir uzlaşmaya varan Hükümet'i
de hedef aldığını görmeliyiz. Nitekim 10 Temmuz'da dört büyük
kentte yapılan operasyonlarda 27 DAİŞ zanlısı gözaltına
alınmıştı.
Suriye iç savaşının dört yıldır ülkemize yansıması sadece 2 milyonu
aşkın mültecinin gelmesi değil. Suruç'taki alçakça saldırı ile
Suriye'deki tarafların "savaşı" bombalı saldırılar ve yabancı
savaşçılar üzerinden Türkiye'ye taşıması olgusu ile karşı
karşıyayız. Telabyad'da, Kobani'de PYD-DAİŞ savaşı sürerken
Türkiye'nin güneydoğusunu çatışmadan korumanın zorluğu
ortada.
Kobani ile Suruç arasındaki sürekliliğe dikkat çeken HDP'li
yetkililer bu sürekliliği Hükümet'i suçlamakta kullanıyorlar.
Halbuki son saldırı Kuzey Suriye'de PKK-PYD aktörlüğü çerçevesinde
yaşananların ülkemize getirdiği yeni maliyetlere işaret etmektedir.
PKK, PYD saflarında savaşmak üzere Türkiye içinden binlerce yeni
militan devşirerek Suriye'ye göndermektedir.