Yarınki Erdoğan- Putin- Ruhani üçlü zirvesi Suriye gündeminin
hayli yoğun olduğu günlere rastladı.
Astana süreci kapsamındaki garantör ülkelerin üçü de; Rusya,
Türkiye ve İran, farklı sebeplerle de olsa, dünya başkentlerinin
odağında. Bu yüzden varılabilecek yeni uzlaşmalar bölgesel siyasi
dengeler açısından kritik önemde.
Kuşkusuz, Afrin'i YPG'den temizleyen Türkiye'nin hedefini Tel
Rıfat, Münbiç ve Sincar olarak güncellemesi Suriye sahasında yeni
bir denge arayışını mecbur kılıyor.
Önce Başkan Trump, "Deaş ile mücadeleyi tamamlıyoruz, yakında
çekileceğiz" açıklaması ile bir tartışma başlattı. Sonra Paris'in
Münbiç'e asker göndereceği iddiası basına yansıdı.
Bu arada Fransa Cumhurbaşkanı Macron, YPG temsilcilerini sarayında
kabul ederek, Türkiye'ye "arabuluculuk" önerdi.
Ankara'nın sert şekilde reddettiği bu öneri, Ortadoğu meselelerinde
inisiyatif alan Macron'un Suriye'de ABD'den boşalabilecek yeri
doldurma hamlesi olarak yorumlandı. Yarınki üçlü zirveye katılma
isteği bilinen Macron, ülkesinin kapasitesinin kaldıramayacağı bir
maceraya atılma emareleri sergiliyor. Arabuluculuk önerisi,
Macron'un Cumhurbaşkanı Erdoğan ile sık yaptığı telefon
görüşmelerindeki mesajları yeteri kadar anlamadığını
düşündürüyor.
YPG kampanyasının başında olan Ankara, Afrin zaferi ve cumhur
ittifakı ile içeriyi konsolide etmişken bu tür bir öneriye sıcak
bakmaz. Ankara'nın Washington'a "YPG kontrolündeki bölgeleri gerçek
sahiplerine, Sünni Araplara devredelim baskısı" Suriye'nin
kuzeyinde yeni bir gerçeklik oluşturdu. Washington- Paris
dayanışması da Sünni Arapların YPG'den kurtulma gayretlerini
dindiremez.
Trump'ın ara seçimler öncesi Ohio'da yaptığı "Suriye'den çekilme"
açıklamasının mahiyeti hâlâ tam anlaşılamadı.
Başkanlık seçimlerinde verdiği sözü tekrarlasa da bu yaklaşımın
Dışişleri, Pentagon ve CENTCOM tarafından paylaşılmadığı malum.
Çekilmekten kastının ne olduğu da netleşmedi: Münbiç mi, Suriye'nin
kuzeyinin tamamı mı? Akla gelen ilk soru "Macron'a Suriye'de
Türkiye ile işbirliğini öneren Trump çekildiği yeri Fransa'ya mı
bırakıyordu?" oldu. Diğeri de İran'ı sınırlandırmayı bu kadar
önemseyen Washington'un Suriye'den çekilerek bunu nasıl
gerçekleştireceği yönündeydi.
Nitekim olası bir çekilmeden rahatsız olacaklardan değerlendirme
gecikmedi.
Suud Veliahdı Selman, ABD askerlerinin Suriye'de "uzun vadeli
olmasa bile en azından orta vadede kalması gerektiğine" vurgu
yaptı. Ve aksi takdirde ABD'nin "İran'a karşı kontrol noktalarını"
kaybedeceğini ileri sürdü.
Netanyahu'dan henüz ses çıkmazken İsrail medyası bu tercihin ne
kadar hatalı olacağı üzerine yorumlarla dolu. Türkiye ise bu
açıklamayı da, Trump'ın YPG'nin kontrol ettiği alanların yeniden
inşası için ayrılan 200 milyon dolarlık yardımı dondurmasını da
olumlu buldu. Nükleer anlaşmayı bozmaya hazırlanan Trump'ın İran'ı
sınırlandırma hedefini Suriye'den ayrı görmesi kafaları
karıştırıyor. Zira mali durumu zorda olsa bile, İran'ın sadece
yaptırımlarla kısa sürede çökertilmesi mümkün görünmüyor.
Sözgelimi Tahran'ın Hizbullah modeliyle Irak ve Suriye'de seferber
ettiği Şii milisleri sahada dengelemek için Washington ve
partnerleri ne yapabilir?
Irak Başbakanı İbadi'nin ABD ve İran ile ilişkilerinde "denge"
görmek istediğini, yani tercih yapmak istemediklerini söylemesi
meselenin ne denli çetin olduğunu gösteriyor.
Suriye'den çekilen, Irak'ta "dengelenen" ve YPG politikası
sebebiyle Türkiye'yi yabancılaştıran ABD'nin seçenekleri bir hayli
azalıyor; yaptırımlarla çökertmek ya da İran'ı doğrudan vurmak.
Son seçenek Suriye'den çekilmeyi değil daha fazla ABD askerini
Ortadoğu'ya getirmeyi gerektirir. Trump'ın şahin kabinesinin bile
böylesi bir cesareti göstermesi hayli şüpheli. Yine de "Suriye'den
çekilme" açıklamasıyla Trump'ın masadaki kartları ve hesapları
hareketlendirdiğini söyleyebiliriz.
Bu tartışmanın gölgesinde üçlü zirve sonrası ise cepheler yeni
gelişmelere gebe.