İkinci Dünya Savaşı sonrasında ABD-Türkiye ilişkileri hep kendine özgü bir seyir izledi. Bu ilişki hegemon bir güç ile orta büyüklükteki bir devletin münasebetleri olmaktan öte anlamlar taşıdı.
Soğuk Savaşın krizleri de yeni bir dünya düzeni aranan dönemin gelişmeleri de Türkiye'yi sürekli sıcak gündemin merkezinde tuttu.
Aslında Türkiye'nin coğrafistratejik parametreleri Türkiye- ABD ilişkilerinin kritik boyutunu anlamak için başlı başına yeterli.
Ancak bu ilişkinin AK Parti döneminde ve özellikle Arap isyanları sonrasında daha dinamik ve farklı bir forma büründüğünü söyleyebiliriz.
Özellikle Obama- Erdoğan dönemlerinde işbirliği ile rekabetin iç içe geçtiği bir ilişki tarzı kuruldu.
Arap isyanlarının ilk günlerindeki olumlu hava Suriye iç savaşının uzaması ile gerilimli bir düzleme geçti.
Model ortaklık hedefi zamanla stratejik ortaklığın ve müttefiklik ilişkisinin sorgulandığı bir yere geldi.
Bir- iki yıldır ise YPG ve FETÖ üzerinden yepyeni bir yoğunluğa ve gerilime büründü.
***
Ankara Obama'nın gidişini ve yeni başkanın gelmesini sabırsızlıkla bekliyor.
15 Temmuz darbe girişimini aşan Türkiye, Fırat Kalkanı operasyonu ile de Suriye'de saha gücünü artırıyor.
DEAŞ ile mücadelede ABD'ye Rakka ve Musul gibi yeni işbirliği alanları önerirken YPG ve FETÖ konusunda baskısını artırıyor.
Washington ise Obama'nın başkanlığının son günlerinde kurumsal bir dağınıklığa ve çekişmeye sahne oluyor.
Bunun en sansasyonel örneği Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın başkan yardımcısı Biden'a neden Kobani'ye YPG'ye iki uçak silah gönderildiğini sorduğunda "bilgim yok" cevabını almasıydı.
Erdoğan ise Biden'ın bilgisizliğini yüzüne vururcasına "ama ben biliyorum" demeyi tercih etti.
Dahası, savunma Bakanı Carter YPG'ye silah desteklerini kabul etti ve bu desteğe devam edeceklerini söyledi. İlk bakışta görünen şey Washington'daki kurumsal dağınıklığın Erdoğan tarafından sobelenmesi.
Erdoğan, PYD ve FETÖ konusunda ABD'li yöneticileri sıkıştırdıkça kurumlar arasındaki politika farkları ortaya çıkıyor.