Adını “Milli Birlik Günü” koydular. 15 Temmuz’u tatil ilan
ettiler. Kutlama mı yoksa anma mı olduğuna da tam karar
veremedikleri için “bayram” diyemediler. 15 Temmuz Destanı diye de
şatafatlı bir şov adı buldular.
Sonuç; aslında iktidarıyla muhalefetiyle herkesin tepkisini çeken
darbe kalkışmasına yönelik protesto hareketi Cumhurbaşkanının özel
gayreti ile bir iktidar daha doğrusu bir Tayyip Erdoğan
propagandasına dönüştü.
Ama en önemlisi Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanı olarak değil AKP Genel
Başkanı olarak yaptığı konuşmalarla bu büyük “Milli Birlik Günü”nü
toplumda kin ve nefreti artıracak, düşmanlığı körükleyecek bir
“Milli Ayrışma Günü”ne çevirdi.
Yüzbinlerce insana karşı bizzat adını da vererek en büyük muhalefet
partisinin genel başkanını, “korkak, ödlek” olarak tanımladı ve
“hain” olduğunu ima etti.
Öyle sanıyorum ki Erdoğan için hazırlanan konuşma metinlerinde CHP
ile ilgili bölümler yoktu. Erdoğan her zamanki gibi bu bölümleri
“promter” dışına çıkarak söyledi.
Peki, neydi Kılıçdaroğlu’nun kabahati? Kılıçdaroğlu Meclis’teki
konuşmasında darbe gecesi ile ilgili kuşkuları dile getirdi.
Yapılan adaletsizlikleri anlattı. Darbenin “kontrollü” olma
ihtimalini dile getirdi.
İşte Erdoğan’ı kızdıran bu. Diyor ki “Çıkmış bir kontrollü lafıdır
tutturmuş. Yahu sen tankları görünce korkmadın mı, sonra anlaşma
yapıp tankların yol açması sayesinde bir belediye başkanının evine
kaçmadın mı? Korkak değil misin? Bizim ödleklerle işimiz yok.”
İyi de 249 vatandaşımızı, ki bunların çoğu asker ve polis,
kaybetmişiz, darbeyi başta silahlı kuvvetler olmak üzere halkın
büyük cesareti ile önlemişiz, ama o geceyle ilgili bilgilerimiz bir
arpa tanesi kadar bile değil.
Çünkü olayın en başındaki kişiler hiçbir bilgi vermiyorlar.
Demokratik bir ülkede olmamıza rağmen, seçilmiş sivil otoritenin
kurduğu araştırma komisyonuna bile gelmeye tenezzül etmiyorlar.
Darbeyi önceden öğrendiklerini ve başarısız kıldıklarını açıkça
söylüyorlar, ama bunu neden zamanında yapmadıklarını, sokaklara
taşan askerleri, zırhlıları, tankları, uçak ve helikopterleri neden
engellemediklerini anlatmıyorlar.
Devletin en üst katları istihbarat zafiyetinden söz ediyor,
darbenin kendilerine haber verilmediğini söylüyorlar ama bunun
sorumlularından birini bile görevden almıyorlar veya
alamıyorlar.
Ne askeri ne sivil yetkililer darbeye kalkışanların neden ülke
yöneticilerine yönelik en küçük bir harekat dahi yapmadıklarına,
bırakın cumhurbaşkanı ve başbakan bir tek bakan ya da etkili
görevdeki bürokratın enterne edilmemiş olmasına bir cevap
bulamıyorlar.
Daha cumhurbaşkanının bile “benim haberim yoktu” dediği saatlerde
bazı grupların nasıl olup da darbeye karşı direnmek için sokaklara
döküldüğünün, bazı belediyelerin çoktan dev kamyonları yollara
dizdiğinin sırrını da çözemiyoruz.
Darbeye karşı olmamıza rağmen bunları sormak neden suç olsun, neden
ihanet veya darbecilik olarak tanımlansın ki?
Darbeye karşı olunca herkes sadece Cumhurbaşkanının yaptığı
açıklamaları doğru kabul etmek veya sadece onun çizdiği yoldan
yürümek zorunda mı?
Milli Birlik yalnızca cumhurbaşkanının şehit kanı üzerinden ve dini
alabildiğine sömürerek yaptığı konuşmalarla değil, her şeyin
demokratik biçimde, hakka ve hukuka uygun olarak halka şeffaf
biçimde açıklanması ile sağlanır.
Bana göre Erdoğan Milli Birlik Günündeki konuşmalarıyla büyük
yanlış yaptı. Ayrımcılığı körükledi. O kalabalıkların anlık
heyecanı geçince bunu o törenlere katılanlar da mutlaka
görecektir.
MERAK ETTİĞİM ŞEYLER
Milli Birlik Günü adı verilen 15 temmuz törenleri müthiş bir
devlet prodüksiyonuydu. Her şey düşünülmüştü. Köprüdeki ses düzeni
ile neredeyse tüm Boğaz yapılan konuşmaları duyabildi. Işık
oyunları da muhteşemdi.
Ama belli ki çok pahalıya mal olmuştu. Her yerde kurulan dev
platformlar, ses düzenleri, hava çekimleri için kullanılan dronlar,
dağıtılan hediyeler acaba neye mal olmuştur?
“Böyle bir gün için yapılan masrafın hesabı mı sorulur?”
denilebilir. Elbette bu kadar önemli bir gün için her türlü
fedakârlığı yapar bu millet ama iktidar ne yazık ki bunu herkes
için değil sadece kendi propagandası için kullanırsa biz de bu
soruyu sorarız.
Tabii bir de “garip” ve elbette çok “lüzumsuz” masrafların
yapıldığına da tanık olduk. Örneğin Cumhurbaşkanı her uçtuğunda
kendisine F-16’lar mı eşlik ediyor? O uçakların bu tür bir keyif
uçuşunun maliyeti nedir acaba? Ayrıca cumhurbaşkanı için böyle bir
günde nasıl bir can güvenliği tehditi vardı da bu kadar anormal
önlemler alındı.
İstanbul’da gece yarısına kadar Ankara’da sabaha kadar
helikopterler uçtu. Ne işe yarıyordu bunlar? Ayrıca hepsi de çok
alçak uçuş yaptığı için kimse gürültüden uyuyamadı. Belki de amaç
buydu, kimse uyuyamasın ya sokağa çıksın ya da ekran başında
cumhurbaşkanı destanını izlesin istediler.