BAŞIMDAN GEÇENLER Yıllardır pek çok televizyonda canlı yayına katıldım. Bunların bazılarında çok heyecanlı ve tartışmalı anlar yaşadım. Bazı televizyonlarda zaman zaman önceden belirlenmiş bir ya da iki kişiyle katıldığım periyodik programlar da oldu. Bunlarda yapısı gereği elektrikli hava daha fazla oldu. Karşılıklı ağır sözler, bağırış çağırışlar çok sık oluyordu. Ancak davet üzerine gittiğim, her programda değişik katılımcıların olduğu programlarda üslup çok daha farklı oldu. Bu tür tartışmalarda genellikle fikrimi söylemeye, bunu da herkesin anlayabileceği tarzda dile getirmeye özen gösterdim. Bu tartışmalarda da bazı anlar gerginlikler yaşadım. Özellikle söylemediğim bir sözü söylemişim gibi kullanmaya veya niyet okumaya kalkanlara karşı anında tepki gösterdim, düzeltmesi ve ondan sonra devam etmesi için uyardım. Bunun dışında özellikle Atatürk, cumhuriyet ve devrimleri konusunda kulaktan dolma ya da sırf provokasyon yapmak için konuşanlara da tepki gösterdim. Ama ilk kez çoklu bir TV tartışma programında bir kişinin ağır hakaretlerine ve en sonunda da “can güvenliğimi” hedef alan garip bir tehdide maruz kaldım. Önceki akşam (Cuma) yıllardır tanıdığım dostum Sami Dadağlıoğlu'nun TGRT haberde yeni başladığı “Yüzde 100 gündem” programına yaptığı davete, elbette kıramazdım, katıldım. Diğer konuklar Star yazarı Ahmet Kekeç, Ülkü Ocakları eski Genel Başkanı Azmi Karamahmutoğlu, eski polis müdürü ve Yeni Şafak yazarı Bülent Orakoğlu ve eski CHP'li, AKP milletvekili adayı Savcı Sayan'dı. Dadağlıoğlu önce Amerikan seçimleri ve Türkiye'ye etkileri hakkındaki düşüncelerimizi sordu. Hepimiz seçimler üzerine görüşlerimizi açıkladık. Daha sonra 15 Temmuz darbe girişiminin arkasında Amerika'nın olup olmadığını sordu. Konukların ortak görüşü bu olayda Amerika'nın parmağı olduğu yönündeydi. Ben de aynı görüşü belirttikten sonra “Ancak” dedim “Bizler burada Amerika'yı da suçlayabiliriz. Kimse de bunu neden söylediğimiz konusunda bizi sorumlu tutamaz. Buna karşı iktidar sahipleri bu iddiayı ortaya atarsa bunun gereğini de yapmak zorundadır” diye devam ettim.