ANALİZ
Önce bir tarihi olayı “yeniden” yazmak istiyorum. Sonra bunu neden yazdığımı belirteceğim elbette. Halk TV’deki Yazıişleri programında dünkü konuğum emekli büyükelçi Selim Kuneralp’ti. Selim Kuneralp yine bir büyükelçi olan ve eşini Madrit’teki Asala saldırısı sırasında yitiren Zeki Kuneralp’in oğlu. Biraz daha geriye gidelim, Zeki Kuneralp adı Kurtuluş Savaşı tarihine “hain” olarak geçen Ali Kemal’in oğludur. Henüz çok küçük yaştayken annesiyle birlikte ülkeyi terk eden ve İsviçre’de büyüyen Zeki Kuneralp Lozan’da hukuk eğitimi gördü. İngilizce, Fransızca ve Almanca’yı çok iyi konuşan Kuneralp aldığı eğitimi Cumhuriyet Türkiyesi’nin hizmetine sunmak istediğini belirterek Türkiye’ye dönmeye karar verdi. Annesinin “Oğlum sana hainin oğlu diyecekler, yaşatmazlar orada” demesine rağmen “Hayır ülkemde artık cumhuriyet var. Kazandığım yeteneklere de ihtiyaç duyulacaktır” dedi ve Dışişleri’nde görev almak üzere bakanlığa bir dilekçe ile başvurdu. O tarihlerde Dışişleri’ne alınacak memurların onayını bizzat Cumhurbaşkanı veriyordu ve Çankaya Köşkü’nde İsmet İnönü vardı. Dışişleri bakanı dilekçesindeki özgeçmişinden etkilendiği Zeki Kunaralp’in başvurusunu Cumhurbaşkanı’na arzederken “Başvuru sahibi vatan haini Ali Kemal’in oğludur” notunu düştü. İnönü başvuru dilekçesini onayladıktan sonra altına kırmızı kalemle şunu yazdı; “Biz bu ülkeyi kanla kurduk kinle yönetemeyiz.” Cumhuriyeti kuran ve yaşatan nesil işte bu anlayıştaydı. Kimseye karşı intikam duygusu taşımıyordu hiç biri. Oysa günümüzde sanki “intikam” iktidarın temel niteliklerinden biri gibi oldu. AKP genel başkanı yıllardır “dindar ve kindar” bir nesil yetiştirmek için uğraşıyor bu amaçla laikliğin tüm ilkeleri neredeyse tamamen ortadan kaldırıldı. Erdoğan sadece bununla yetinmedi bugüne kadar. Gittiğinde ayağa kalkmadığı için bir generalin nasıl görevden alındığını, kendisine saygıda kusur edenlerin nasıl Silivri’ye atıldığını anlattığı konuşmaları hala kulaklarımızda çınlıyor. Kendisine “muhtar bile olamaz” denilmesini sürekli hatırlatan ve bu görüşe katılan hemen herkesten hesap sorduğunu saklamayan Erdoğan dün de yeni bir intikamcı anlayış sergiledi. Türk Tabipleri Birliği’nin adındaki Türk tanımının kaldırılacağını bunun Türkiye Barolar Birliği’ni de kapsayacağını söyledi. Gerekçesini de açıkladı. Erdoğan “Bunların milli, yerli, bu ülkenin yaptığı vatanı koruma ile ilgili mücadelede yanımızda olma durumları yok, tam aksine karşımızda yer alma, teröristlere sahip çıkma, onlarla yandaş olma gibi bir durumları var. Bunları tamamen kaldırıp, sadece Türk Tabipleri Birliği değil, tabipler her grup kendi oluşumunu yapar, faaliyetini gösterir. Aynı şekilde hukukçular. Ondan sonra oraya gelip çöreklenme diye bir şey olmaz. Bu konuda karar Bakanlar Kurulu’na aittir, Bakanlar Kurulu da gereken adımı atar” dedi. Böylelikle hukuk literatürümüz yepyeni bir kavram kazandı. Buna göre AKP genel başkanının politikalarını desteklemeyen kuruluşlar “Türk-Türkiye” gibi tanımlamaları kullanamazlar. Bu son derece vahim bir durumdur. Bir parti genel başkanı tamamen kendi görüş ve düşüncesi doğrultusunda bir yapı oluşturmak için kendisini yargı yerine koymakta, hüküm vermekte ve bunu infaz etmektedir. Rahatlıkla “bir parti başkanının kendi görüş ve fikri” tanımını kullanıyorum çünkü ne Türk Tabipleri Birliği ne de Türkiye Barolar Birliği hakkında “terörist” olduğuna dair hiçbir mahkeme kaydı yoktur. Bu kurumların yerli ve milli olmaması, teröriste sahip çıkma, onlarla yandaş olma durumu tamamen Erdoğan’ın “şahsi” görüşüdür. Bilinen tek gerçek bu iki kurumun yönetici kadrosunun Erdoğan ve görüşlerine karşı olduklarıdır. Erdoğan buradan hareketle ve tamamen intikamcı duygularla her iki kurumu tek başına cezalandırma yetkisini kendinde bulmaktadır. Türkiye intikamcı duygularla yönetilmemelidir. Aksi hepimiz için çok acı sonuçlar verecek gelişmelere yol açacaktır.
FIKRA GİBİ