Kaç haftadır dikkatle izliyorum. Cuma günü geldiğinde medyanın
tamamı “cami keşfine” çıkıyor. Cami keşfi dediğim şu; Cumhurbaşkanı
ve Başbakan cuma namazını hangi camide kılacak, bunun
öğrenilmesi.
Yer saptaması yapılınca kameralar erken saatlerden itibaren
camilerin avlularına konuşlanıyor ve yöneticiler namazlarını
bitirdikten sonra “olağan açıklamalarını” yapıyorlar.
Böylelikle resmen bir din devleti olmamasına rağmen Türkiye sanki
camiden yönetiliyor havası verilmiş oluyor.
Bu tam bir algı oluşturma yöntemidir. Kimse her hafta camilerden
açıklamalar yapıldığına dikkat etmez. Müslüman bir ülkede cuma
namazı elbette çok normal olduğu için ülkeyi yönetenlerin namaz
sonrası açıklamalar yapıyor olması tepki de toplamaz. Ayrıca zaten
kimsenin aklına “Neden namaz çıkışı konuşuyorsun” diye sormak da
gelmez. Bunu sorunca “Sen Müslüman değil misin?” türü akılsız
soruya muhatap olacağından çekinir.
Böylelikle yönetimdeki “din odaklı anlayış ve ülkeyi dindarlaştırma
planı” hiç farkında olmadan milyonlarca kişinin beynine işlenmiş
olur.
Şimdi gelelim işin olması gereken tarafına; camiye gitmek, namaz
kılmak inanan bir kişinin kendi ibadetidir. Camiler iş yapılan
yerler değildir. Bu nedenle siyasetçiler, devleti yönetenler de
camiye gitmelerini bir gösteriye çeviremezler. Namaz öncesi veya
sonrası halka açıklamalar yapamazlar. Devleti yönetme biçimlerini,
aldıkları ya da alacakları kararları namaz sonrası ayaküstü
demeçlerle halka açıklayamazlar. Hele bu ayaküstü açıklamaları her
cuma gününün rutini haline getiremezler.
“Yapamazlar, edemezler” tanımlamalarını kullanıyorum da, “Peki
yaparlarsa ne olur?” derseniz elbette “hiçbir şey olmaz” derim.
Çünkü bu ülkede iktidar artık o kadar başına buyruk, kurallara,
yasalara, hakka hukuka ve hatta anayasaya karşı o kadar duyarsız ki
ve güç sarhoşluğu içinde devletin bütün erklerini o kadar kendine
yönelik kullanıyor ki elbette buna karşı bir şey yapmak mümkün
değil.
Dinin siyasete alet edilemeyeceğini söyleyebiliriz örneğin ama
aldırmazlar ki, çünkü bütün gıdayı buradan alıyorlar. Yapılanın en
azından siyasi ahlaka uymadığını söyleyebilirsiniz ama size
kahkahalarla güleceklerdir “ne ahlakı?” diyeceklerdir.
Cuma namazlarını siyasi şova çevirenlere örneğin şunu sorsak;
“Başka dinlerin de özel günleri var. Hıristiyanlar Pazar günleri
kiliseye giderler. Siz hiç pazar ayininden sonra kameraların
karşısına geçen ve siyasi açıklamalar yapan bir devlet adamı
gördünüz mü?”
Göremezsiniz. Çünkü demokrasi ve hukuka inanan gerçek bir siyasetçi
bırakın kilise çıkışı siyasi açıklamalar yapmayı, kiliseye
gittiğini herkese göstermeyi bile kendine yediremez.
Bu iktidar 16 yılda her şeyi yedire yedire topluma kabul ettirmeyi
başardı. Cuma namazlarından sonra “rutin” haline getirilen siyasi
açıklamaların hedefi Türkiye’yi Arap tipi bir din devleti haline
getirmenin alt yapısını hazırlamaktır.
Buna karşı belki bir şey yapmak şu anda mümkün değildir, ama
ülkesini seven herkesin bu durumu görmesi, bilmesi ve farkında
olduğunu, günün birinde hesabını sormaya hazır olduğunu göstermesi
gerekir.
BUNUN YAZMAK GEREK
Millete dayatılan ve YSK marifetiyle kabul ettirilen yeni
anayasaya göre artık Türkiye’nin rejimi değişti. Demokrasi, hukuk
ve insan hakları askıya alınarak tek adam rejimine geçiş
sağlandı.
Gerçi yeni rejimin resmi olarak işlemesi için 2019’daki seçimlere
beklememiz gerekiyor ama hepimiz biliyoruz ki Erdoğan yeni rejime
çoktan geçti bile.
Resmen hükümette ya da başka anayasal kurumlarda olduğunu
bildiğimiz yetki ve sorumlulukları sadece Cumhurbaşkanı sıfatıyla
AKP Genel Başkanı Erdoğan kullanıyor.
Bunun en önemli göstergelerinden biri saray danışmanlarından
İbrahim Kalın’ın her hafta medyayı bilgilendirme toplantıları.
Kalın, saray sözcüsü olarak aslında sarayla ilgili bilgiler vermek
ve bu konudaki soruları cevaplamak durumunda ama hiç de öyle
yapmıyor.
Başbakan’ın, bakanların hatta bürokratların yapması gereken
açıklamaları İbrahim Kalın yapıyor. Örneğin Donanma Komutanı
Oramiral Veysel Kösele görevinde bırakılırken, bir koramiral Deniz
Kuvvetleri’nin başına oturtulmuştu. Veysel Kösele’nin bu uygulamaya
karşı görevinden istifa ettiğini İbrahim Kalın açıkladı. Üstelik
“Genelkurmay’dan teyit ettirdiğini” bile söyledi. Oysa bu Milli
Savunma Bakanı’nın açıklaması gereken bir haber, hatta açıklama
yapılmasına bile gerek yok.
İbrahim Kalın Başbakan’ın ya da Dışişleri Bakanı’nın yapması
gereken Almanya Başbakanı Merkel’le ilgili açıklamayı da saray
adına yapıyor, Türkiye’nin ekonomik durumu ile ilgili “müjdeli
haberleri” de veriyor, Almanya’ya verilen Adil Öksüz notasını da
açıklıyor.
Başbakan, Dışişleri Bakanı, ekonomiden ve maliyeden sorumlu
bakanlar, Avrupa Birliği Bakanı muhtemelen bu açıklamalardan
haberdar bile olmuyorlar. Çünkü artık devlet mevcut anayasaya göre
değil, sarayın arzu ve hedeflerine göre yönetiliyor.