ANALİZ
Türkiye ekonomisi iyiye gitmiyor.
Bunu benim bilgimle söylemem mümkün değil, ayrıca haddim de değil.
Güvenilir ve tarafsız ekonomistler bu görüşte hemfikirler.
Çünkü onlar rakamlara göre değerlendirme yapıyorlar.
Üretim tüketim dengesi, cari açık, ihracatın durumu, işsizlik oranı, enflasyon, hepsini bir araya getirdiğinizde Türkiye’nin hızla bir açmaza gittiği görülüyor.
Bu durumda ülkeyi yönetenlerin siyasi söylemlerini çok dikkatli seçmeleri gerekiyor.
Oysa seçim günü yaklaşıyor ve iktidar “Bu kez kaybediyoruz” paniği içinde doludizgin gidiyor.
Bu da ekonomide havayı bulutlu ve ürkütücü hale getiriyor.
Üstüne bir de bazılarında hiç dahlimiz olmayan dış etkenler de yaşanıyor.
Buna zaten engel olmak çok zor.
Seçime gitmiyor olsak Erdoğan bunu şimdilik fazla dert etmeyecek belki de.
Ama seçim olunca işler değişiyor.
Seçime birkaç gün kala, hele de Damat Bey alay edercesine “Çok beklersiniz” demişken, döviz fiyatlarının hızla artması sandıkları etkileyebilir.
Saray bunu önlemenin yolunu, gördüğüm kadarıyla “sopa kullanmakta” görüyor.
Cuma akşamı, bazı bankalara soruşturma açıldığı haberi geldi.
Ardından JP Morgan hakkında da soruşturma açıldığı açıklandı.
Erdoğan da, İstanbul mitinginde çok sert konuşarak, “Bunun hesabını mutlaka soracağız, bedelini seçimden sonra çok ağır ödeyecekler” dedi.
Bu konuşmada anlamadığım şu; neden seçim sonrası bekleniyor?
Öyle ya piyasalar neredeyse saniyelerle altüst olabiliyor.
Bankalardan veya karanlık güçlerden hesap sormayı seçim sonrasına bırakmanın pratikte hiçbir anlamı yok.
Ancak benim endişem farklı.
Ekonomi sopa ile terbiye edilmeye kalkıldığında başarıya ulaşmak neredeyse mümkün değildir.
Çünkü ekonomi dediğimiz şey, ete kemiğe bürünmüş bir varlık değil.
Dini, imanı, rengi, milleti de yok.
Sopayı salladığınız zaman herhangi birine çarpmayacağı gibi aslında kendinizi dövmüş olacaksınız.
Dışarıdan bakıldığında çok güçlü gibi görünen Erdoğan ve AKP, sanıyorum artık o kadar güçlü değil.
En önemlisi Erdoğan’ın kendi iç kabinesi çok zayıf ve kompleksli kişilerden oluşuyor.
Bir parça da korkak olduğunu düşündüğüm bu iç ekiptekiler, Erdoğan’a gerçek bilgiler veremiyor.
Erdoğan da ikide bir tekrarladığı “Ben Kasımpaşalıyım” cümlesiyle herkesi hizaya sokabileceğini düşünüyor.
Devletin bütün gücünü, kişilere karşı kullandığında elbette sonuç alacaktır ama ekonomiye de aynı muameleyi yapmaya başladığında duvara fena halde toslayacağını söylemem yanlış olmaz.
CANIMI SIKAN ŞEYLER
Saray bağımlısı yandaş tetikçi medya, Erdoğan’a seçimi kazandırabilmek için akılalmaz yöntemlere başvuruyor.
Artık normal bir eleştiri, uyarı kalmadı.
Hep bel altı, hep aşağılama, karalama ve zihinlerde kötü algı yaratma operasyonları yapılıyor.
Yandaş tetikçi medyanın son tuhaf yayınlarından biri de CHP’nin Adalar Belediye Başkan adayı ile ilgili olanı.
Aday Erdem Gül, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylarla birlikte düzenlediği programa katılmış.
Ama hep birlikte söylenen İstiklal Marşı’na eşlik etmediği görülmüş! (Demek yandaşlar işi gücü bırakmış, eşlik eden etmeyen fişlemesi yapıyor.)
Amanın ne büyük rezalet!
Belden aşağı vurmanın bile bir raconu vardır mutlaka.
Ama Erdoğan öyle yapmıyor.
Diyor ki, “CHP İstiklal Marşı’na karşı olan birisiyle oluyor, Erdem Gül. Bunlar bizim bayrağımıza da karşı değil mi? Bunlar bizim bayrağımızı kongrelerinde asmayacak kadar milliyetçi. Bunlarla işbirliği yapıyorsun.”
Ayıptır, günahtır.
Ayrıca İstiklal Marşı söylenirken katılma zorunluluğu mu var?
İstiklal Marşı söylenirken katılmamak hainlik midir?
Elbette değil ama panik hali böyle oluyor işte.
Tabii İstiklal Marşı’na eşlik etmek zorunlu olmasa bile Erdem Gül’e de şunu söyleyeyim; Kardeşim böyle bir ortamda sen de put gibi durma yahu.
Bİ SORALIM BAKALIM
İktidarın bütün stratejisi popülizm üzerine.
Teflon tava gibi üzerine hiçbir şey yapıştırmayan iktidar sözcüleri, hep karanlık güçlerden, Türkiye’yi yıkmak isteyenlerden, hain emeller besleyenlerden söz ediyor.
Çocukluğumuzdaki “öcü” misali, halk her gün bir yandan korkutuluyor bir yandan da pohpohlanıyor.
Dövizde yukarı doğru bir çıkış var ya, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank duruma müdahale etmiş.
Demiş ki, “Seçime 1 haftadan az bir süre kaldı. İşte böyle bir dönemde yine manipülatif hareketlerle milletimizin kararına etki etmeye çalışıyorlar ama onlar bu aziz milletimizi hâlâ tanıyamadılar. O yüzden hep kaybettiler, inşallah bundan sonra kaybetmeye de mahkumlar. 15 Temmuz’da tanka topa kafa tutan milletimiz, bu operasyonlara da pabuç bırakmaz.”
Laf çok güzel de, millet ne yapacak da bu saldırıyı püskürtecek?
Bundan önce de hep “Halk bunu püskürtür” dediler. Üstelik vatandaşa “Dövizini sat, ülkene sahip çık” diye dayattılar, sonucu biliyorsunuz.
İktidar, millete döviz sattırdıkça fiyatlar yükseldi.
Varank, yine aynı yöntemi mi dayatmak istiyor bilemiyorum tabii de, aslında döviz fiyatları galiba AKP’lilerin “Ne olur ne olmaz” diyerek piyasaya saldırmaları üzerine yükselmeye başladı.
Malum damat, “Fiyatları düşüreceğiz” dedi ya. AKP tabanı mesajı aldı belki de.