BUNU YAZMAK GEREK
Seçime gidiyoruz ve kampanyaların seviyesi her
gün daha da düşüyor.
Özellikle AKP Genel Başkanı meydanlarda,
ekranlarda, saray toplantılarında aklına ne
geliyorsa söylüyor. Muhalefete “çete”
diyor örneğin. Yetmiyor, “Bunlar terör ittifakı
kurdular” diyor.
CHP için “düşman” tanımı kullanabiliyor.
Mitin alanında dev ekrana görüntüsünü getirip “Terbiyesiz,
ahlaksız” sıfatlarını kullanıyor.
Bir başka parti liderini “hapse attırmakla” tehdit
edebiliyor.
“Alçak, şerefsiz, edepsiz, rezil, namussuz,
yalancı” türü argo tanımlamalar Cumhurbaşkanı’nın 10
cümlesinden beşinde mutlaka geçiyor. Ancak Erdoğan’a hiçbir şey
olmuyor. Oysa aynı söylemi, aynı kelimeleri
örneğin CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Erdoğan için
sarf etmeye kalksa karşısında anında
savcıları buluyor.
Çünkü bu sözlerin bir cumhurbaşkanına söylenmesi suç.
Peki, bu adaletli bir durum mu?
Geçen hafta CHP eski milletvekillerinden Şahin
Mengü’nün konuyla ilgili bir yazısını okudum.
Mengü, “Cumhurbaşkanı 16 Nisan 2017 tarihinde yapılan
Anayasa değişikliğine kadar partiler üstü bir konumdaydı. Bir
partili cumhurbaşkanı seçilirse, partisiyle ilişkisi derhal
kesilirdi” dedikten sonra cumhurbaşkanına hakaretin
suç sayılmasının nedenini şöyle açıklıyordu;
“Cumhurbaşkanları herhangi bir partinin üyesi olamadıkları
için milletin birliğini temsil ederlerdi. Bu nedenle de ceza
kanunlarımızda cumhurbaşkanına hakaretin suç sayılmasının nedeni,
kişiden daha çok, o tarafsız makamı koruma amaçlıydı.”
Şahin Mengü artık cumhurbaşkanının da partili olabildiğine dikkat
çekerek, “Cumhurbaşkanı, yürütmenin de başı olduğuna göre,
eskiden başbakanlar ne kadar hukuki korumadan istifade ediyorsa, en
fazla o kadar hukuki himayeye layıktır. Aksi halde siyasi hayatta
bir haksız rekabet söz konusu olmaktadır. Recep Tayyip Erdoğan, AKP
Genel Başkanı olarak, bir yerel seçim çalışmasında, devletin bütün
olanaklarını kullanarak partisi adına propaganda yapmakta ve bunu
yaparken de, siyasi rakiplerine en ağır ithamlarda
bulunmaktadır” diyor.
Mengü, Erdoğan’ın, CHP ve İYİ Parti arasında kurulan
“Millet İttifakı” için “zillet”
tabirini kullanabildiğini belirttikten sonra “Örneğin
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı’na “yalancı” diyebiliyor. PKK
ve FETÖ terör örgütleri ile iş birliği yaptığını iddia ediyor ve
daha birçok aşağılayıcı söz sarf edebiliyor. Ancak bu haksız,
hukuksuz, icapsız suçlamalara karşı hiçbir savcı harekete
geçemediği gibi, bu ithamlara maruz kalanlar suç duyurusunda
bulunsalar da, yargı teminatı kalmadığı için hiçbir savcı harekete
geçemiyor, iddianame tanzim edemiyor” diyor. Daha sonra şu
çarpıcı soruyu dile getiriyor;
“Peki, Kemal Kılıçdaroğlu da dönüp ona, örnekler vererek,
aynı suçlamada bulunsa ne olur?
Ne kendisi
buna tahammül gösterir ve ne de savcılar, bu karşılıklı iki
siyasinin birbirlerine söyledikleri sözlerdir diye bakmaz, derhal
hakkında fezleke düzenlerler.”
Yanlış mı?
Elbette değil. Türkiye’de rejim değişti, her şey tek bir kişinin
yetkisine bırakıldı. Bu durumda haktan, hukuktan, iyi
niyetten söz etmek mümkün mü?
Değil tabii.
Cumhurbaşkanı karşısında cübbelerinde olmayan düğmelerini
iliklemeye çalışan bir hukuk sistemine geçtik aslında,
bunun bedelini bir gün mutlaka ödeyeceğiz.
KAFAMI BOZAN ŞEYLER
Doğan Grubu Aydın Doğan’ın elindeyken iktidara
boyun eğmekle birlikte yine de gazetecilik
reflekslerini gösterebiliyordu.
Ama iktidar için bu yeterli değildi.
Türkiye’nin en büyük medyası bu nedenle Aydın Doğan’ın
elinden alınıp Demirören’lere verildi.
İlk anlarda Hürriyet bu niteliğini korumaya
çalıştı. Ama gazeteye, iktidar tarafından atananlar her şeye rağmen
gazetecilik refleksine sahip olanları birer birer
kapının önüne koydu. Sonunda Hürriyet ve grubun
haber kanalı CNN, iktidar yalakalığı için
bir saniyede yalanlanacak bir haberi yayınlamakta
sakınca görmediler. HDP Eş Başkanı’nın sözlerini
tamamen değiştirerek CHP’nin aleyhine “işte teröristlikleri
kanıtlandı” şehvetiyle bir haber haline getirdiler.
Haber bir saniyede yalanlandı ama artık ar ve haya damarı
çatlamış olanların kılları bile kıpırdamadı. Bu
rezalet Türk medyasının bugüne kadar en büyüğü olma
unvanını taşıyan Hürriyet’in, tamamen bittiğinin
kanıtıdır.
Geçenlerde bir okur mektubu yayımlamıştım.
Okurum, “Bozulmayan tek ürün turşu, çünkü tuzu
bozamıyorlar” demişti.
O da yıkıldı.
HOŞUMA GİDEN ŞEYLER
Kargoyla bir kitap geldi geçen hafta
Tele1’de otururken.
Yazarı daha doğrusu kendi deyimi ile “düzenleyeni”
Yasemin Nâsır Erbek.
Kitabın adı Atatürk’le 365 gün.
Yasemin Erbek,
tam 4 yıl çalışarak hepsi yazılı kaynaklardan
alınma Atatürk’le ilgili 365 anıyı toplamış ve
kitaplaştırmış.
Erbek, “Yediden yetmişe herkes için” diyerek
yaptığı derleme ile Atatürk’ü özellikle genç nesle ve
çocuklara sevdirmeyi amaçlıyor.
Büyük boy kitap çok rahat okunuyor. Erbek, çeşitli
kaynaklardan aldığı anıları günümüz Türkçesine de
uyarlamış.
Kitapta Falih Rıfkı Atay’ın “Babanız Atatürk”
kitabından alınma bir anı çok dikkatimi çekti.
Atay, yazısında ismi verilmeyen ama
Sabahattin Ali olduğu bilinen öğretmenin öyküsü
ile bugünü karşılaştırınca insan “işte çok ibretlik bir
anı” demeden edemiyor. Ben daha fazla yorum yapmadan
bu anıyı sizlere aktarayım yorumunu da siz
yapın;
Bir öğretmen Atatürk aleyhinde kötü bir şiir
yazmıştı. Kendisini hizmetten çıkarmışlardı. Öğretmen
yeniden kadroya girmek için dört bir yana
başvuruyordu. Bir gün bakanın yanına gitti.
Bakan, “Oğlum” dedi, “Hakkında hiçbir şey
yapamayız.”
“Niçin yapamazsınız?”
“Oğlum suçun Atatürk’ün şahsına karşı. Biz karar
veremeyiz.”
“Öyleyse ben Atatürk’ün karşısına
çıkacağım.”
“Hele biraz bekle. Çok inatçıymışsın. Bana bir hafta sonra
yine gel.”
Bakan, bir akşam sofrada
Atatürk’e meseleyi açtı.
“Hani efendim hakkınızda ağır hiciv yazan bir öğretmen vardı.”
“Evet.”
“Af kanunundan yararlanarak yeniden
öğretmen olmak istiyor.”
“Öğretmen yapılmasına yasal bir engel var mı?”
“Hayır efendim.”
“O halde bana niçin soruyorsunuz?”
“İşlediği
suç sizin hakkınızda.”
“Aşk olsun sana, beni şahsi dargınlığım için kamu
emirlerini yerine getirmenizden hoşlanmayacak kadar egoist mi
sanıyorsun? Kendisini açılacak ilk yere tayin ediniz.”