ÜZÜLDÜM
Çarşamba günüydü, Sözcü Yayın Yönetmenlerinden Serdal Saraç aradı, “Ertuğrul Akbay hastanede yoğun bakımda, biliyor musun?” diye sordu.
“Şaka mı, ne hastanesi, ne yoğun bakımı?” dedim ilk an.
Çünkü hastalığı, yoğun bakımı Ertuğrul Akbay’a yakıştırmak çok zor.
“Durumu da iyi değil” dedi, Serdal Saraç.
Atladım gittim.
Haber gerçek.
1978 yılının nisan ayından bu yana tanıdığım, bana ilgi ve sevgisini hiç eksik etmemiş sevgili Ertuğrul Ağabey’im yoğun bakımdaydı ve yakınları “Pek ümit yok” diyordu.
Nasıl olabilirdi ki?
Aşırı üzüntü, kahır, haksızlığa isyan; sağlık açısından tek derdi olan kan hastalığını tetiklemiş, virüs müthiş bir hızla tüm vücuda yayılmış.
Ertesi sabah saat 07.00’de Tele1’deki programa çıktığım sırada henüz bilmiyordum öldüğünü. Yarım saat sonra tam gazetedeki “Akbay yoğun bakımda” haberini okurken rejideki arkadaşlarım uyardılar, “Maalesef kaybetmişiz” dediler.
Son konuşmamız 20 gün kadar önce olmuştu.
Halkı dolandıran ve milyonlarca lira paranın üzerine yatan bir medya grubunun iki tetikçisinin, işlenen suçu örtbas etmek için SÖZCÜ’ye ahlak dışı saldırılar yaptığı günlerdi.
Ertuğrul Ağabey telefon edip “Bunlara nasıl bir cevap vermek gerek?” diye sordu.
“Hiçbir şey” dedim. “Çünkü bunların ahlaki, vicdani değerleri yok. Haklı olman, gerçeği söylemen, yalanı yüzlerine vurman hiçbir anlam ifade etmez. Ar ve hayadan yoksun insanlara ne söylesen boş.”
Oysa Ertuğrul Ağabey; biri Fetullah Gülen cemaatinin rahle-i tedrisinden geçmiş, diğeri de Türkiye Komünist Partisi’nin yasaklı olduğu dönemde “üyesi olmakla gurur duyan” şimdinin Erdoğan yalakasına hayli uzun ve ayrıntılı bir cevap yazısı hazırlamış.
Benden ve muhtemelen güvendiği başka isimlerden destek arıyor.
Bunlara değmeyeceğini anlamış herhalde ki, bana anlattığı çapta uzun uzadıya cevap yazmadı. Tam beklediğim gibi kendine yakışan düzeyde kısa bir şeyler yazdı.
Ama benimle konuşurken yüreğinin daraldığını anlıyordum.
Başarı ile geçmiş yarım asrı aşan bir gazetecilik yaşamı.
Pırıl pırıl yetiştirdiği evlat.
Mesleğinin sonunda eline geçen bir miktar parayı, kendi keyfi için harcamak yerine yine gazetecilik uğruna riske atan abide bir isim.
Ahlaksızlığa, iftiraya, küfre 50 yılı aşkın mücadele veren bir kale.
Nurlar içinde yat Ertuğrul Ağabey.
BUNU YAZMAK GEREK
Ertuğrul Akbay’la çalışmak keyifli olduğu kadar zordu.
Çok titizdi bir kere.
Detaylarla uğraşması çoğu kez bizleri çıldırtırdı.
Baskın bir mizacı vardı.
Zorlayıcıydı.
Sonuçta bu özellikleri ortaya kaliteli haber ve röportajların çıkmasını sağlardı ama “Abi yeter Allah aşkına” diye çok isyan ettiğimi de hatırlarım.
Sizlere Ertuğrul Akbay’dan hafızamda kalan ve ilk anda aklıma gelen birkaç anımı sunmak isterim;
“Kardeşim sizi şu tarafa alalım”