ANALİZ
Son zamanlarda kamuoyu Türkiye'ye yönelik bugüne kadar
alışmadığı bir suçlamayı hayret içinde izliyor.
Başta Irak ve İran olmak üzere bazı İslam ülkeleri Erdoğan ve AKP
iktidarının bölgede mezhepçilik yaptığını ileri sürüyor.
İktidarın politikalarını iyi izleyen yerli akademisyenlerin ve
yorumcuların da bazıları aynı kanıda.
Peki, bu mezhepçilik suçlaması nereden çıkıyor?
Neden bugüne kadar hiç duymadığımız bir suçlama ile karşı
karşıyayız?
Bunun temeli 29 Ekim 1923'te kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nin “laik”
bir devlet olmasında yatıyor.
Cumhuriyet kuruluncaya kadar Osmanlı İmparatorluğu, neredeyse bütün
İslam coğrafyasını içine alan geniş topraklara sahipti ve doğal
olarak Müslüman toplumların da lideri konumundaydı.
Zaten Yavuz Sultan Selim'den itibaren Sünni Müslümanların lideri
olarak kabul edilen halifelik de Osmanlı'nın elindeydi.
Cumhuriyet devrimleri Türkiye'nin laik demokratik sosyal bir hukuk
devleti olması prensibini kabul ettiği gibi halifeliği de kaldırmış
ve Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin uhdesinde saklı kalmasını
tercih etmişti.
Cumhuriyet'in diğer önemli ilkelerinden biri de “Yurtta Sulh,
Cihanda Sulh” politikasıydı.
Türkiye laik ve barışçı siyasetiyle AKP iktidarına kadar İslam
ülkeleri nezdinde saygın bir yer aldı.
Belki kimi İslam ülkeleri Türkiye'yi “gerektiği gibi bir Müslüman
ülke” olarak kabul etmek istemiyorlardı ama şunu çok iyi
biliyorlardı; “Türkiye dış politikasında asla dini temel alan
politikalar izlemez.”