ANALİZ
İktidar partisi aslında 2015 Genel
Seçimleri’nde ilk kez yenilgiyi tatmıştı.
Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olmasından sonraki ilk seçime
Ahmet Davutoğlu başkanlığında giren AKP,
yüzde 41 oy alarak birinci çıkmasına rağmen
parlamentoda salt çoğunluğu yakalayamamıştı.
Meclis’e giren CHP, MHP ve HDP’nin milletvekili
sayıları AKP’nin üzerindeydi.
Doğal olarak gözler kurulacak bir koalisyon
hükümetine çevrilmişti.
İlk akla gelen büyük koalisyondu.
AKP ve CHP’nin ortak hükümet kurması
bekleniyordu.
Diğer bir olasılık ise AKP-MHP koalisyonu idi.
Ancak o tarihlerde Devlet Bahçeli henüz AKP
saflarına geçmemiş olduğu gibi, Erdoğan’a da bütün
muhalefet liderleri arasından en ağır sözleri söyleyen
kişiydi.
Nitekim Bahçeli, henüz seçim akşamı AKP ile bir koalisyonu
düşünmediğini söylemişti.
Bahçeli’nin bu tavrı üzerine yaygın beklenti CHP-MHP
koalisyonunun HDP tarafından desteklenmesiydi.
Ancak Bahçeli, bırakın HDP’nin bu azınlık hükümetini
desteklemesini, Meclis Başkanlığı’nın bile muhalefete
geçmesine engel olarak “Biz HDP ile aynı yönde oy
kullanmayız” dedi ve Meclis Başkanı olması beklenen
Baykal’ın önünü kesti.
Kısa sürede oluşan bu yeni durumda aslında hiçbir hükümetin
kurulamayacağı anlaşılmıştı.
Özellikle Erdoğan’ın iktidarı asla
paylaşmak niyetinde olmadığı çok belliydi ama CHP’liler
bunu ne yazık ki anlayamadılar ve 35 gün hiçbir
şey yapmadan AKP’nin kapısına gidip geldiler.
Sonunda Erdoğan yetkisini kullanarak hükümet kurulamadığı
gerekçesiyle yeniden seçim kararı aldı.
Ancak yapılan bütün araştırmalar yenilenecek bir seçimin
aritmetik dengeyi değiştirmeyeceğini gösteriyordu.
Bunun üzerine saray, seçim kampanyasını HDP
üzerine kurma kararı aldı.
Cumhurbaşkanı her yerde HDP’nin hükümet olacağını, Milli
Güvenlik Kurulu’na gireceğini, Türkiye’nin teröre teslim
olacağını anlatmaya başladı.
Bu sırada akıl almaz biçimde bombalar patlamaya
başladı.
Suruç ve Ankara’daki patlamalarda 136 kişi
ölürken, çeşitli yerlerde güvenlik kuvvetlerine yapılan saldırılar
sonunda 100’ün üzerinde şehit verildi. 6 Eylül’de
Dağlıca’da 16 askerin şehit edilmesi gerilimi
iyice artırırken, aynı gün Erdoğan “400 vekil verilseydi
bunlar olmazdı” dedi.
Sonuçta yenilenen seçimler terör tehdidi gölgesi
altında yapıldı ve AKP üç ay içinde dünyada eşine
rastlanmadık biçimde 10 puana yakın bir artışla
yüzde 49.49 oy aldı ve tekrar tek başına iktidar
oldu.
Şimdi benzer bir strateji uygulanıyor.
Saray, gece gündüz terör tehdidi yaparak CHP’yi, İYİ
Parti’yi ve Saadet Partisi’ni terörle işbirliği halindeymiş
gibi gösteriyor.
Bunun da ötesinde parti liderleri “hapse
atılmakla” tehdit ediliyor. Terör bağlantılı olduğu ileri
sürülen kişilerin seçilmesi halinde hemen görevden
alınacakları belirtilirken, bizzat Erdoğan,
HDP’nin kazanacağı belediye başkanlıklarına hemen kayyum
atamaktan çekinmeyeceğini açıklıyor.
CHP’nin Ankara adayı içinse, “Ya seçime giremeyecek ya da
seçilirse hapse atılacak” algısı beyinlere kazınmak
isteniyor.
Peki, 1 Kasım’da etkili olan bu dehşet
propagandası bu kez de tutar mı?
Bunun karşılığını herhalde ancak 31 Mart gecesi
öğrenebileceğiz.
CANIMI SIKAN ŞEYLER
Sarayın İçişleri Bakanı olarak atadığı Süleyman
Soylu bütün işi gücü bıraktı AKP seçim
kampanyasında boy gösteriyor.
Her yere yüzlerce koruma ile giden Soylu, sürekli
biçimde muhalefeti terörle işbirliği içinde
olmakla suçlarken tehdit etmeyi de ihmal
etmiyor.
Soylu en son Ekrem İmamoğlu’na cevap verdi.
Yandaş medyaya verilen “İstihbarat raporları ve
fişlemeler” için konuşan İmamoğlu, “Madem elinizde
bilgi ver neden seçim sonrasını bekliyorsunuz? Hemen işlem
yapın” demişti.
İmamoğlu’nun bu sözleri nedense Soylu’yu çok
öfkelendirmiş olmalı ki bakın aynen şunları
söyledi;
“İmamoğlu’nu geçen akşam dinledim. Böyle bir şey cinnet
halidir, normal bir hal değildir. Diyor ki; ‘325 PKK’lı var
diyorlar, insanlar geliyor göğsüme kafamı koyuyor -Biz terörist
miyiz?- diye ağlıyorlar.’ Onların onurları, gururları yok muymuş.
Eğer bir şey varsa Yüksek Seçim Kurulu görevini yerine getirsinmiş.
YSK bakar, oluyor veya olmuyor. Gereğini yerine getirecek olan
benim, siz merak etmeyin. İmamoğlu ve Yavaş gereğini getirecek olan
benim. Bir seçilsin de görelim bakalım. Teröristleri belediye
meclis üyesi yapacaksınız öyle mi? Biz buna müsaade edeceğiz öyle
mi? Allah şahittir müsaade edersek şehitlerin eli yakamızda
olur.”
Hak, hukuk her şey bitmiş.
İçişleri Bakanı karar vermiş.
Beğenmediği muhalifler, seçildiği anda operasyon
yapacak ve hepsini hapse atacakmış.
Türkiye hiçbir seçime bu kadar karanlık bir
ortamda gitmedi.
MERAK ETTİĞİM ŞEYLER
2007’den bu yana her seçimi neredeyse “birebir” bilen
KONDA Araştırma Şirketi, ilk kez bu seçimlerde sonuç
açıklamayacağını duyurdu.
KONDA yöneticilerinin bazı gerekçeleri var.
Örneğin bu seçimlerde ittifaklar olması nedeniyle Türkiye
genelinde kimin ne oy alacağının tam olarak
belirlenmesinin mümkün olmadığını söylüyorlar.
İttifak yapan partilerin bazı bölgelerde hiç aday
çıkarmamasının da sonuç almakta zorluk yarattığını ileri
sürüyorlar.
Yerel seçim olması nedeniyle birçok bölgede adayların ön
plana çıkacağını, bunun da Türkiye çapında bir genel
değerlendirme yapmayı zorlaştıracağını belirtiyorlar.
Bunların hepsi makul gerekçeler olabilir.
Ama ben farklı bir açıdan bakıyor ve
merak ediyorum.
KONDA bugüne kadar bütün seçimleri biliyordu ama
ben bunun iyi bir araştırma ürünü değil,
önceden planlanan bir senaryonun açıklanması
olarak algıladım hep.
Yani Türkiye, seçim yoluyla dizayn ediliyordu.
Partilerin alacağı oylar seçimlerden çok önce ve defalarca algı
yaratmak amacıyla yayınlanıyordu.
Bu sayede halkın zihninde bir beklenti oluşuyor ve
sonuçlar bu şekilde çıktığında kimse yadırgamıyordu.
Sanıyorum şimdi durum farklı.
Sonuçları önceden planlamak belki de mümkün
olmadı.
Bu durumda gerçek sonucu yani muhalefetin toplamda iktidar
bloğuna en az 15 puan fark atacağını açıklamak da
iktidarın hiç işine gelmeyecektir.
En temizi KONDA’nın “Bu kez araştırma
yayınlamıyoruz” açıklaması ile durumu idare etmek
oluyor.
Bu tabii sadece geçmişten bu yana izlediklerime
göre oluşturduğum bir varsayımdır.