ANALİZ
Erdoğan iktidara geldiğinden beri ana strateji olarak
“mağduriyet edebiyatını” kullanıyor.
Sanki kendisi iktidarda değilmiş gibi sürekli suçlayacak
birilerini buluyor.
Döviz fiyatları artmış, faizler yükselmiş, enflasyon
patlamış, işsizlik almış başını gitmiş, bunların
hiçbirinin üzerine yapışmayacağını yapışamayacağını düşünüyor.
Bu gelişmelerin hepsi gerçek olsa bile suç asla kendisinde
ve iktidarında olamaz.
Dış güçlerin oyunudur.
Türkiye’yi
kıskananların hain operasyonudur.
Karanlık
güçlerin marifetidir.
Vatan hainleri
teröristler vardır.
CeHaPe zihniyeti bütün
bunları yapmaktadır.
Nedense CHP dışındaki düşmanlar
bir türlü vücut bulup karşımıza gelmez.
Kimdir bu karanlık güçler?
Dış
güçlerden kasıt nedir?
Hainler, teröristler
sadece PKK ve cemaatle mi sınırlıdır?
Bunları
bilmiyoruz.
Oysa Erdoğan ve bütün bu propaganda, algı
yönetimi operasyonlarını yönetenler yıllardır bu argümanları
kullandıkları için halkın büyük bir bölümü de “bilgisizce
ve bilinçsizce” bu masalları kabullenmiş durumda.
Yeni Zelanda’da yapılan alçak terör saldırısından
sonra belki de ilk kez “Türkiye’ye oyun
oynayanlar” bir şekilde somut hale geldi.
Erdoğan yeni Zelanda’daki manyak katili
kastederek; “Mesajı aldık, niyetinizi anladık. Bin yıldır
buradayız, inşallah kıyamete kadar da burada olacağız. İstanbul’u
Konstantinopolis yapamayacaksınız” dedi.
Batılı emperyalistlerin bir Haçlı Seferi
başlattıklarını ancak bizi asla yıldıramayacaklarını da söyledi
Erdoğan.
Sanıyorum dünya bu sözlere şaşırıyor ve muhtemelen de
gülüyordur.
Seçime giderken iç politikaya mesaj veren aşırı popülist
bir propaganda yöntemi yine her tarafımızı sarmaladı.
Nereden çıkıyor bu Haçlı Seferi.
Bu tanımı 2002 yılında ikiz kulelere yapılan
saldırıdan sonra Amerika Başkanı Bush kullanarak, bu terör
saldırısının hesabını soracağını ilan etmiş ve bütün müttefiklerine
“Ya bendensin ya değilsin” demişti.
Erdoğan yönetimi o yıllarda sadece Müslüman ülkeleri hedef
alan bu hesap sorma kervanına-tereddütsüz- katılmış,
Bush’un icadı Büyük Ortadoğu Projesi’nin eş başkanı
olmakla övünmüştü.
Erdoğan bu süreçte Amerika ve Batı’nın her
istediğini yaparken, Türk toplumunu ise “dış
güçler, kıskananlar, Türkiye’yi batırmak isteyenler”
söylemiyle hep baskı altında tutmuştu.
Şimdi seçim atmosferi sanıyorum Erdoğan’ı “bir
tık” daha ileri gitmeye zorladı ve Hristiyan
dünyasını Türkiye’ye bir saldırı hazırlığında içinde
olmakla suçladı.
Bu söylem büyük ihtimalle kendi tabanında çok prim
yapacaktır, muhalefeti de bir parça sindirecektir.
Ancak şu gerçeği göz ardı etmeyelim:
Teröre ve şiddete karşı bizden çok daha duyarlı olan, başta
Yeni Zelanda saldırısı olmak üzere, benzer tüm terör eylemlerinde
ırk, din, dil ayrımı yapmayan uygar ülkelerin gözünde itibarımızın
daha da düşmüştür, düşecektir.
Bir meczubu muhatap
alıp tüm dünyayı karşısına almak 2000 yıllık
devlet geleneğine yakışmaz.
Erdoğan sırf bir tür referanduma çevirdiği yerel
seçimlerden başarı ile çıkmak isterken, Türkiye’nin
gururunu, onurunu, saygınlığını ayaklar altına
almaktan çekinmeyen bir tavır içinde görünüyor.
Türkiye’yi yönetenlerin buna hakkı olamaz.
DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER
Önceki haftaydı yanılmıyorsam.
Erdoğan İstanbul’da düzenlediği bilmem kaçıncı
mitingde dinleyicilerle “interaktif” bir
konuşma yapıyordu.
Konuşma özetle şöyleydi;
“Gençler siz hatırlamazsınız, ben belediye başkanı
olduğumda hangi otobüsler vardı biliyor musunuz? Siz daha yoktunuz
o zaman bilemezsiniz. Macarlar’ın İkarus’u. İçine bindiğinde her
tarafınız yağ olurdu. Çünkü koltuk başlarını mazotlu bezlerle
silerlerdi. İçerisi kokudan geçilmezdi. Ben gelince; “Bu böyle
olmaz” dedim. “Ne yapacağız?” dediler. Ben de Mercedes’leri
getirdim. İstanbul’a Mercedes otobüsü ilk biz getirdik. Haydi
reklamını da yaptık bir komisyon verirler artık.”
Öncelikle şunu sormak istiyorum; Arabanın markası ile
içinin yağlı olmasının ne ilgisi var?
Çünkü yağ ve kokusu, koltuk başları mazotlu bezle silindiği
için var.
Temizlikte mazotlu bez kullanılıyorsa
İkarus, Mercedes, MAN veya başka marka fark
etmeyecek, hepsinde elleriniz yağlanacak ve otobüs de yağ
kokacaktır…
Erdoğan otobüslerin kullanışlı olup olmadığını
değil, temizleme yöntemini öne sürerek geçmişi eleştiriyor aslında
ve çok ilginç biçimde asla gerçek olmayan bir
bilgi vererek, “Mercedes marka belediye
otobüslerini İstanbul’a ilk kez kendisinin getirdiğini”
söylüyor.
Bunun böyle olmadığı hemen yazıldı tabii ama Erdoğan umursamıyor
bile her zamanki gibi.
Oysa Erdoğan’ın doğru söylemediği bizzat eskiden
kendisine bağlı olan İETT tarafından adeta
burnumuza sokulur gibi sunulunca insan bir tuhaf
oluyor.
İstiklal Caddesi’nde Tünel binası var. Bu binanın
üzerine koca bir pano asılmış. Burada İstanbul’da
geçmişte kullanılan toplu taşıma araçlarının
fotoğrafları var.
Bunlardan birinde 1955 diğerinde
1956’da çekilmiş.
Mercedes marka belediye otobüslerin fotoğrafları
bunlar.
Başka sözüm yok değerli okurlar, söz sizin.
CANIMI SIKAN ŞEYLER