ANALİZ
YAZMAYARAK TAVIR KOYMAK ISTIYORDUM
Yine hain bir terör saldırısı. Henüz hayatlarının baharındaki,
henüz ana kuzusu olan, hepsi 20'li yaşlarından başında 13
yiğidimizi daha teröre kurban verdik.
“Sözün bittiği yerdeyiz” demek en kolaycı yöntem.
Ama daha kolayı da var.
“Terör akıttığı kanda boğulacak” diyebiliriz.
“Kanları yerde kalmayacak” klişesini tekrarlayabiliriz.
“İntikamı alınacaktır, hemen yarın göreceksiniz” diyerek
kalabalıkların moralini de yükseltebiliriz.
“Bütün bunlar dış güçlerin oyunudur. Türkiye ne zaman hamleye
kalksa başımıza bunlar mutlaka gelir” diyerek sorumluluktan da
sıyrılabiliriz.
Daha da ileri gidip yalakalıkta sınır tanımıyorsak “Başkanlık
gelmesin diye yine harekete geçtiler” de diyebiliriz.
Ateşin düştüğü yeri yaktığı gerçeğinden yola çıkarak “Onlar
ölmediler, şehit oldular, ne mutlu onlara, Allah bize de şehit
olmayı nasip etsin, amin” diyerek güya tesellide de
bulunabiliriz.
Ama bunların hiçbiri o yiğit evlatlarımızı geri getirmeyecek.
Onları geri getirmeyeceği gibi bu tür söylemlerin hiçbiri neden
Türkiye'nin terörün bir numaralı hedefi haline geldiğini
açıklamıyor.
Böyle günlerde hiç konuşmamak, hiç yazmamak mı daha doğru
acaba?
Sorularımızı kendimize mi saklamalıyız?
Belki doğrusu budur?
Belki böyle günlerde hiç konuşmamak ve yazmamak en iyi karşı koyuş,
en iyi protesto, en iyi tavırdır.
Ama o da olmuyor.
Yine de sormak istiyorsunuz, “neden?” diye haykırmak
istiyorsunuz.
“Bunca hain terör eylemi yapılırken siz neredesiniz?” diye sormanız
gerektiğine inanıyorsunuz.
Ancak bir anda karşınıza bir linç yığını çıkıyor. “Vicdansızlar,
teröristler, hainler” diye saldırıyor.
Toplumun bir bölümüne empoze edilen “her şey hükümeti devirmek için
yapılıyor, dünyanın önünde eğilmeyen reisimizi yok etmek
istiyorlar” algısı sayesinde kalabalıklar tahrik ediliyor.