Hatırlıyor musunuz geçen hafta bir seyahat dönüşünde Cumhurbaşkanı Erdoğan, hükümeti kurma yetkisi vermeden önce siyasi parti liderlerini tek tek çağırıp görüşeceğini açıkladı. Erdoğan o çağrısı Davutoğlu’ndan başka bütün siyasetçiler tarafından reddedilmişti. Geldiğimiz noktada görüyoruz ki AK Parti dışında Meclis’e giren 3 partinin de “kırmızı çizgiler” listesinin tepesinde başta 17/25 Aralık ve Saray olmak üzere Cumhurbaşkanı Erdoğan var. Partiler üstü bir konumu olan cumhurbaşkanlığı makamının ülkenin yüzde 60’ının oy verdiği 3 parti tarafından gördüğü bu muamele son derece düşündürücüdür. Burada en çok düşünmesi gereken ve adım ataması gereken de Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan başkası değil. Evet, Türkiye’nin kutuplaşmış ve kamplaşmış ikliminin bu tablonun oluşmasında çok büyük katkısı var. Ancak esas sebep bunların hiçbiri değil. Cumhurbaşkanı sıfatıyla seçim öncesi mitingler düzenleyip vatandaştan AK Parti’ye oy istemenin, meydanlara çıkıp “Eyyyy Bahçeli....” diye MHP’ye, “Cehape zihniyeti...” diye CHP’ye, “Bunlar...” diye HDP’ye ağzına geleni söylemenin bedelidir bu... Bir yandan “partili cumhurbaşkanı” olmayı seçip diğer yandan “tarafsız cumhurbaşkanı” muamelesi görmeyi bekleyemezsiniz. Sistemde her zaman bir denge unsuru olan cumhurbaşkanı ve onun “partiler üstü” konumu bugün bertaraf olduysa bunun en büyük müsebbibi Erdoğan’ın bir türlü bitaraf olamayışıdır. Her türlü musibeti dış güçlere ya da fıtrat-kader gibi soyut nedenlere bağlamakta mahir bu zihniyet umarım sefer farklı bir yol izleyip ve hatayı kendilerinde arayabilirler. Cumhurbaşkanlığı makamı başkanlık hevesine kurban edilmiştir. Şarkı da söylediği gibi, “Kader diyemezsin...” “...Sen kendin ettin.”