Kardeşim Macit'i sıkıştırıp duruyormuş annem "Bana Güner'in telefonunu bul, öyle özledim ki onları... Güner'in bir sesini duyayım..."
Macit sosyal medyaya bakar, Güner Sernikli'nin facebook sayfası var ama aktif değil, çoktandır paylaşım yapılmamış. Arama motorlarına girer, Muhsin Kızılkaya'nın bir yazısı çıkar karşısına, 2016 yılında öldüğünü öğrenir. Anneme diyemez, bulamadığını söyler.
Peki kim bu Güner Sernikli? Hani "Vizontele Tuuba" filminde Tarık Akan'ın canlandırdığı bir kütüphaneci vardır ya, işte odur. 1980 yılında Hakkâri'ye sürgün edilir, 7 yıl kalır orada, o kütüphaneyi geliştirir, 4 bin kitaba ulaştırır, halka ve gençliğe açar. Gönlünü ve birikimini de Hakkâri'ye açar; dağını, taşını, kurdunu, kuşunu, insanını tanır, araştırır, yazar. İnsanları anlar, kendini anlatır, sevdirir onlara. Kitaplarla dost eder yöre insanını. İki ünlü kişiyi de etkiler, bunlar yazar Muhsin Kızılkaya ile adı Anadolu Ateşi ile özdeşleşen Mustafa Erdoğan. Yılmaz Erdoğan da Güner'in öyküsünü onlardan öğrenir.
Muhsin Kızılkaya bundan dolayı o yazısını şu tümcelerle bağlamıştı: "O film önceki gün bitti. Hayat, Güner Abi'yi kaybetti. Dönemin zalim yüzünde, bir 'şefkat tebessümü' daha eksildi."
E peki biz nerden tanırız Sernikli'yi? Sarıkamış'tan. Babamın ilk memuriyet yeriydi Sarıkamış. Yıl 1954, 6 yaşındayım, beni dedemlere bıraktılar, 2 yaşındaki kardeşim Mucip'i alarak gittiler. Babam gider, Sarıkamış'taki Bayburtluları bulur, kiralık ev tutacak. "Hemşerimiz Kara Dayı'nın evi var..." derler.
Kara Dayı, yolcu simsarlığı yapar Sarıkamış'ta, asıl adı Muzaffer Sernikli. Babamı gözü tutar, evi verir. Kara Dayı ve Çerkez olan eşi; annemi, babamı ve kardeşim Mucip'i çok severler, kendi evleri de kiraya verdikleri evle duvar duvara zaten. Çerkezler, Kara Dayı'nın eşine "Gadışga Teyze" derlermiş, annem de öyle demeye başlar.