Değerli Kardeşim Cem,
Aramızdan ayrıldığından bu yana tam dört yıl geçti. Seninle son
olarak 7 Şubat 2015 tarihinde Ankara/GATA’daki tedavin sırasında
görüşmüştük. Hastane odanda karşılıklı konuşma ve dertleşme fırsatı
bulmuştuk. Bana 22 Şubat 2010 Pazartesi günü, NTV sabah haberleri
ile başlayan o rezil günü hatırlatmıştın. “Efendim neydi o gün
yahu? Alçaklar ikimizi nasıl da Hasdal’a gönderdi” demiştin. Evet
Cem, o sabah ana akım medya, Samanyolu TV kanalının rehberliğinde,
büyük bir şenlikle, Balyoz Kumpasını ekranlardan adeta kusuyordu.
Camiler bombalanacak, kendi uçağımızı düşürecek, Ege’de Yunanistan
ile savaş çıkaracaktık. Bu kadar büyük yalanlara nasıl inandılar?
Canlı yayınlarda nasıl da ballandırarak, coşku içinde, ağızlarından
köpük saçarak bizlere saldırdılar?
Biliyor musun? Hâlâ o kanallara bakmıyorum. Verdikleri haberler doğru olsa bile, inanmak gelmiyor içimden. Her haber programında Deniz Kuvvetleri başta olmak üzere Silahlı Kuvvetler’e hançer sapladılar. Gündüzleri doymadılar. Akşam tartışma programlarında daha azgın, daha arsız saldırdılar. Hapiste iken bile saldırdılar. İkimizi de üzen, o ağzı salyalı FETÖ militanlarından çok, güce biat ederek o arsızlarla kavgaya girmeyi, mücadele etmeyi reddeden ancak ağızlarından çıkan on kelimenin yarısı Mustafa Kemal olan korkaklardı. FETÖ ve ortakları zaten Türkiye ve Mustafa Kemal düşmanlarıydı. Ama ya susanlar, savaşa girmeyenler, FETÖ’ye dolaylı ve doğrudan destek verenler? Onlar, sivilleşiyoruz, Ergenekon üzerinden topluma baskı kuran vesayet rejimini yok ediyoruz söylemleri ile aslında ABD tarafından kurgulanan büyük bir senaryonun asli oyuncuları olarak 15 Temmuz 2016’nın eli ve aklı kanlı kadrolarına yer açtılar. En basiretsiz hatta ehliyetsiz FETÖ’cüler amirallik, komodorluk ve gemi komutanlığı gibi kritik makam ve rütbelere getirildiler. Sorumlu mevkidekiler, FETÖ üzerinden toplumda yaygınlaştırılan ABD korkusu ile eylemsizlik içine girdiler. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın, günlük yaşam felsefeleriydi.
Sana hastane odanda 21 Ağustos 2011 günü Silivri Çadır
Mahkemesinde FETÖ hainlerinin oluşturduğu mahkeme heyetine tokat
gibi savurduğun o muhteşem sözleri hatırlatmıştım. Henüz 15 Temmuz
rezaletine bir buçuk yıl vardı. Ne sen, ne ben, bu alçakların kendi
milletine, kendi ordu ve donanmasına ateş açacağını tahmin
ediyorduk. Silivri’de şöyle demiştin: “Hainlik ve ihanetin odağı
olan, dış mihraklara uşaklık eden şerefsizlere sesleniyorum. Bu
salondaki koltuklara oturacaksınız ve vatana ihanet ile
yargılanacaksınız. Bundan kaçışınız asla mümkün değildir.”
Cem, bu sözleri o gün kaç kişi söyleyebilirdi? Nasıl bir yürek;
nasıl bir akıl; nasıl bir ruh sana bu sözleri söyletti? O gün
Hasdal’daki koğuşumuza döndüğümüzde yan yana olan ranzalarımızda
gece boyunca o günün muhasebesini yapmıştık. Sana “Cem, bugün
cesaretin ve duruşunla tarihe geçtin. O günler gelir veya gelmez;
ama önemli olan bu sözlerin sarf edilmiş olmasıdır. Mustafa
Kemal’in Amirali olduğunu ispat ettin. Seninle gurur duyuyoruz”
demiştim.
Bazı telefon konuşmalarından ya da açık/kapalı görüşlerden sonra
koğuşa sinirli gelişlerini hatırlıyorum. Son görev yerin olan
Aksaz, Güney Görev Grup Komutanlığı’ndaki şerefsiz FETÖ’cülerin
yaptıklarına ayrı; Deniz Kuvvetleri’nin Meclis onayı olmadan Libya
müdahalesine ayrı; Doğu Akdeniz’de arsız Rumların hamlelerine
kayıtsız kalanlara ayrı sinirlenirdin. Bazen saatlerce tartışırdık.
Başlangıçta ne güzel sigara içmezdin. Sonra başladın. FETÖ
nefretini içine çektiğin sigaradan anlardım. “Oğlum çekme şunu
içine” derdik. Soner Polat, Semih Çetin ve Fikret Güneş Amiraller
de bana destek olurdu. Az mı yalvardık sana “Bırak şu zıkkımı Cem!”
diye.
Hapishanede yazdığım bütün kitaplarda senin çok emeğin oldu. Kitap
mülakatlarımız bana büyük destek sağladı. Kardak Krizi, Akdeniz
Kalkanı, Uzun Ufuk, Malezya Ataşelik dönemin, BLACKSEAFOR,
Karadeniz Uyumu... daha ne konular. Ama en unutamadığım Silivri’de
yazdığın şiir kitabında Rengin ile bana yazdığın o muhteşem şiir
sürpriziydi. Ne yapacağımı şaşırmıştım. Bir şeyle karşılık
vermeliydim. O dönemde hapishane ortamında bulabildiğim malzemeler
ile yaptığım filika modelini tamamlayıp senin koğuşuna
göndermiştim. Yazdığım notta, bir gün senle böyle bir yelkenli
filikada Marmaris/Aksaz’da denize çıkmayı hayal ediyorum
demiştim.
Cem, bugün Aksaz’da, Doğu Akdeniz’deki Mavi Vatanın kalesinde, senin ruhun, bembeyaz bir yelkenlide Yılan Adasını bordalayıp 135 rotasında Kıbrıs etrafındaki sondaj ve delme sahalarımıza giden firkateynlere, hücumbotlara ve denizaltılara yol gösteriyor. Baf batısında, Mavi Vatan dibine bayrak diken Fatih ile Karpas güneyine ilerleyen Yavuz sondaj gemimizin; Barbaros ve Oruçreis isimli sismik araştırma gemilerimizin güvertesinde güven içinde dolaşan her Türk’ün kalbine ve ruhuna güven veren savaş gemilerimizin pruvasını aydınlatıyorsun.
Cem, bugün senin ruhun, uğrunda hapis yattığın Akdeniz Kalkanı harekatının tarihsel var oluş nedenine, yani Mavi Vatan refleksine hayat veriyor. Bu öyle bir refleks ki savaş gemilerimizin pervanelerini sonsuza dek döndürecek; donanma ateş gücümüzü gereken yer ve zamanda Mavi Vatan uğruna kullanmaya hazır edecektir.
Cem, bugün senin ruhun, 21 Ağustos 2011’de söylediğin o muhteşem
öngörünün değişik mahkemelerde devam eden FETÖ yargılamalarında,
sadece mahkeme salonunun üzerinde değil, hâlâ yargılanmayı bekleyen
ancak siyasi saikler ve korkaklık nedeniyle yargılanma süreci
geciktirilen veya bir türlü başlatılamayan hain alçaklar üzerinde
Domokles’in kılıcı olarak sallanmaya devam ediyor. O ruhun ve o
kılıcın kaybolacağını sananları uyaralım. Bu topraklarda Mustafa
Kemal ruhu asla yenilmez. Gücünü ihanetten ve emperyalizmden alan
kötüler, devlet düşmanları sonunda mutlaka kaybetmişlerdir.
Kaybedeceklerdir.
Cem, aziz hatıran önünde takdir, vefa ve saygı ile eğiliyorum.