İnanca ve etnik kökene dayanan aşırı uçlar, emperyalizmin
asırlardır en önemli enstrümanı olmuştur. İster monoteist ister
politeist; ister vahiy, ister felsefe veya düşünceye bağlı olsun,
inanç sistemleri kışkırtmalar sonucu insan aklının, erdemin ve etik
değerlerinin önüne geçerek emperyalizmin istekleri paralelinde
asırlardır kan dökmüştür. Kan dökmeye de devam etmektedir. Örnek
İŞİD/DAEŞ. Benzer şekilde etnik köken, kabilecilik, mikro
milliyetçilik de yüzyıllardır emperyalizme hizmet ediyor ve doğal
seçicilik altında güçlülerin satranç tahtasında güçsüzlerin
birbirini yıpratması ve hatta yok etmesi için kullanılıyor. Örnek
PKK, PYD/YPG.
Dinler Emperyalizmin Hizmetinde. Önce Haçlı Seferleri daha sonra
Westphalia Antlaşmasına (1648) kadar Hıristiyanlık 100 yıl ve 30
yıl savaşları gibi aslında taht savaşlarını Protestan ve Katolik
savaşları üzerinden yürüttü. Milyonları katlettiler. Osmanlı’nın
Balkanlar, Kafkasya ve Ortadoğu’daki çöküş sürecinde sınırları
içindeki Hıristiyan azınlıkların rolü başattır. Bugün de İslam
dünyası Şii, Sünni, Alevi, Vahabi, Selefi vb. alt din grupları ile
paramparça edilmiş durumda. Genel geri kalmışlık ve eğitimsizlik
faktörleri bu bölünmüşlüğe eklenince emperyalizmin 21’inci
yüzyıldaki en kullanışlı kitlesi maalesef Müslüman
Dünyası.
EMPERYALİZMİN BUGÜNKÜ EN KULLANIŞLI UNSURU:
KÜRTLER
Büyük çoğunluğu İslam inanç dünyası içinde yer alan Kürtler de 19.
yüzyılın sonundan bu yana emperyalizmin en değerli aracı durumunda.
Mustafa Kemal ve Kemalist teorisyenler bugünleri görmüş ve
Cumhuriyetimizi kurarken hem dini, hem etnik tuzaklar konusunda ne
denli hassas olduklarını iki muazzam kurucu felsefe uygulamasıyla
ispat etmişlerdi. İlki laiklik. Diğeri ulus devlet. Lozan
görüşmelerinde Kürtlerin asla Müslüman azınlık statüsünde kabul
edilmemesi büyük başarıdır. Dolayısı ile Kürt kökenli
vatandaşlarımız Cumhuriyetin bir vatandaşı olma statüsünü
koruyabilmiş, vatanın tüm sathında hiç bir ayrıma tabi olmadan
Osmanlı İmparatorluğu’ndan arda kalan tüm alt kimlikli
vatandaşlarımızla birlikte Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşı kimliği
altında etle kemik olmuşlardır. Kürt kökenli devlet adamları,
siyasetçiler, amiral ve generaller, akademisyenler, işadamları,
sanatçılar vb. sosyal kesimin geniş yelpazesinde tasada ve kıvançta
ortak bir arada yaşamayı başarmışlardır. Ancak Kürtlerin bir kısmı
emperyalizmin kuklası ve maşası olarak ulus devlete baş
kaldırmışlardır. Cumhuriyet, bu ayaklanmaları
bastırmıştır.
ÖZAL’IN BÜYÜK HATASI
1984 yılında başlayan PKK terörü, önce Özal’ın emperyalizmin bu
enstrümanını “bir avuç eşkıya” söylemi ile küçük görmesiyle büyüdü.
Daha sonra soğuk savaşın bitmesiyle Kürtler, Irak, İran ve
Suriye’nin parçalanarak denize çıkışı olan sözde Büyük Kürdistan’ın
kurulması için sahaya sürüldüler. Bu süreçte Çekiç Güce izin
vermemiz Türk jeopolitiğine inanılmaz derecede zarar verdi. Bugün
Barzanistan ile PKK/PYD terörü denize çıkışın emrinde
kullanılmaktadır.
DENİZE ÇIKIŞ NEDEN ÇOK ÖNEMLİ?
Denize çıkış o kadar önemli ki, bugün Trump Yönetimi söylemde geri
çekiliyor görülse de, İsrail ve ABD neo-conları bu uğurda büyük
çaba sarf etmeye mutlaka devam edeceklerdir. Zira halen İkinci
İsrail olarak da adlandırılan sözde Kürdistan’ın (Barzanistan)
denize çıkışı yok. O nedenle denize çıkışı olan bir devlet ile uzun
bir savaşa dayanmaları çok zor. Örneğin şu ana kadar karaya
hapsedilmiş YPG/PYD kantonlarına 30 bin Amerikan malzemesi taşıyan
TIR’ların gittiği biliniyor. Bu işlemler son 3 yıl içinde
gerçekleşti. Halbuki büyük bir limanla denize çıkışları olsaydı,
iki adet 15 bin TEU’luk konteyner gemisi ile bu yük bir seferde
taşınabilirdi. Deniz ulaştırmasının taşıma kapasitesi ve nakliyat
zinciri kurabilme yeteneği kara, demiryolu ve havayolu ile
kıyaslanamayacak derecede devasa boyutlardadır.
BARIŞ PINARI GEÇ AMA DOĞRU BİR HAREKATTIR
Türkiye’nin denize çıkmayı jeopolitik vizyon haline getiren PYD/YPG
güçlerine ve oluşturdukları kantonlara Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı
harekatları ile kama sokması Anadolu’nun hayatta kalma hamlesidir.
Benzer hamlenin çok geç kalınmış olsa da Fırat’ın doğusuna
yapılıyor olması önemli bir gelişmedir. Burada sorun, harekat
yapılan devlet topraklarının asli sahibi ile işbirliğinin
olmayışıdır. Bu durum sonuçları itibarı ile belirsizlik yaratır ve
askeri harekatın siyasi hedefine erişimini engeller. Siyasi hedef
Suriye’nin toprak bütünlüğünü sağlamak olmalıdır. Aynı durum ABD
tarafından Türkiye’nin omuzlarına yüklenen İŞİD militanlarının
gelecekteki durumudur. Bu vahşi, kan dökücü canavarlaşmış
militanlarla Türkiye’nin uğraşması son derece risklidir. Bu
militanların ABD, İsrail ve diğer batı istihbarat birimlerinin
enstrümanı olduğu unutulmamalıdır. Bu risk, Suriye Hükümetiyle
paylaşılmalıdır.
GEÇMİŞ HATALARIN FATURASI
Maalesef, son 7 yılın Suriye politikası, Annan Planı felaketinden
sonra Türkiye’nin tarihindeki en yanlış yönetilen dış politika
sorunudur. Sorunun oluşmasının en önemli nedeni FETÖ
örgütlenmesinin dolayısıyla emperyalist vizyonun Türk güvenlik
politikası ile uyumlandırıldığı 2011-2016 arası dönem
uygulamalarıdır. Devlet sonradan doğru yolu bulmuştur. FETÖ darbe
girişimi sonrası uygulamaya sokulan Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı
Harekatları nasıl devlet aklının ve strateji biliminin gereklerini
yerine getirmişse, Barış Pınarı Harekatı Suriye Hükümeti ile
işbirliğini sağlamalıdır. Yakınlaşma Politikası iç politikaya
kurban edilmemelidir. Bugün, PKK ve PYD’ye 30 bin TIR yardım
yapan ABD ile ortaklık ve stratejik müttefiklik söylemlerini hala
sarf eden ve ortak harekât merkezi kurmaya imza atan devlet
adamları ve siyasetçiler varken, Suriye devletinin kendi vatanını
korumasına katkı sağlayacak yeni bir dostluk rejimini savunanlar
nerede? Kişisel ihtiraslara dayalı düşmanlıkların halklar
arasındaki dostluğa da sirayet edebileceği unutulmamalıdır.
Hatırlatalım, Menderes Hükümetinin 1958 yılında bağımsızlığına
kavuşan Cezayir’e BM’de çekimser oy kullandığı hala unutulmuş
değil. Savaş bittiğinde Suriye’nin yeniden imarı ve ortaklıklar söz
konusu olduğunda muhatabımız kim olacak?