Bir devletin savunma harcamaları ile ulusal çıkarlarını koruma
etkinliği arasında bir denge olmalıdır. Bu dengeyi sağlamak aynı
zamanda ulusal gücün de fonksiyonudur. Öyle devleler vardır ki çok
az savunma harcaması ile ulusal çıkarlarını korur ve hatta
geliştirebilir. İstiklal Savaşımızda Ankara Hükümetinin yokluklar
içinde kazandığı askeri zaferler belki de dünya askeri tarihinde
harcama/kazanılan ulusal çıkar oranının en büyük olduğu
örneklerdendir. Diğer yandan bazı devletler vardır ki harcadığı ile
kazandığı ya da korumaya çalıştığı çıkarlar arasında devasa zarar
ilişkisi vardır. Günümüzde bu devletlere herhalde en güzel örnek
Suudi Arabistan’dır. 2018 yılında milli gelirinin yüzde 10’unu
savunma harcamalarına ayırarak dünya üçüncüsü olan Suudiler 56
milyar dolarlık savunma bütçesine sahip. Ancak bu bütçe Yemen’deki
Husileri ve onların denize yansıttığı iradeyi dize
getiremiyor.
YENİLENEN SUUDİ DONANMASI
Kağıt üzerinde Suudi Donanması önemli bir kuvvet yapısına
sahip. Batı Donanmasında (Kızıldeniz) yedi adet Fransız La Fayette
sınıfı firkateyn; doğuda ise Amerikan yapımı dört adet korvet ile
sekiz güdümlü mermili hücumbot bulunuyor. Suudi donanmasının
gelişimi 1980’lerin sonunda başlamıştı. 90’lı yıllarda Suudi
Donanması yaş olarak İran donanmasının önündeydi. Ancak İran’ın
milli savunma sanayiinde yaptığı hamlelerle bu denge değişti. 2008
yılından itibaren Suudi donanmasını gençleştirmek için SNEP II
programı başlatıldı. Bu çerçevede geçen yıl Trump’ın onayladığı
kısa dönemde 100 milyar dolar; 10 yıllık plana göre de 350 milyar
dolarlık Amerikan silah satışının içinde dört adet Lockheed Martin
yapımı Kıyı Sular Savaş Gemisi (LCS) de yer alıyor. Suudilerin 2014
yılında Almanya veya Fransa’dan denizaltı almaya niyet ettiklerini
de hatırlatalım. Ancak arkası gelmedi. Kısacası Suudilerin, içsavaş
ve insanlık dramı yaşayan Yemen’e karşı orantısız bir deniz gücü
var.
HUSİLERİN DENİZDEKİ ETKİSİ
Peki bu kadar yatırım yapılan Suudi Donanması başarılı
olabiliyor mu? Suudi Donanması, 2015 Mart’ında Yemen’e karşı
başlattığı ve liderliğini yürüttüğü deniz ablukasında, yanına sekiz
Sünni Arap devletini ve Suudi Hava Kuvvetlerinin desteğini aldığı
halde İran’ın desteklediği Husilere karşı başarılı olamıyor.
Husiler gerek insan gücü gerekse materyal olarak Suudilerle
kıyaslanamayacak derecede zayıf ve kısıtlı olanaklara sahipken,
Suudi Donanmasını dünyanın gözü önünde küçük düşürmeye ve inanılmaz
zarar vermeye devam ediyorlar. Yemen açıklarında 31 Ocak 2017’de
bir Suudi fırkateyni füze ile vuruldu; 5 Şubat 2017’de yine bir
firkateyne botla intihar saldırısı düzenlendi; 3 Nisan 2018’de bir
Suudi tankere füze saldırısında bulundular; 12 Haziran 2018'de
Husilerin kontrolündeki stratejik Hudeyde Limanına asker ve cephane
getiren BAE’ye ait katamaran tipi süratli destek gemisine yapılan
füze saldırısı sonucu, gemi batma aşamasına eldi. Son olarak
temmuzun son haftasında icra edilen füze saldırılarının sonuçları
henüz netleşmediyse de, Suudiler vurulanın iki tanker olduğunu,
Husiler ise vurulanın bir fırkateyn olduğunu iddia
ediyor.
YASAKLANAN BAB EL MENDEB BOĞAZI
Son gelişme üzerine Suudi Arabistan, 27 Temmuz 2018 günü
Kızıldeniz ve Bab el Mandeb Boğazı'ndan Suudi tankerlerin geçişini
yasakladıklarını ilan etti. Gerekçe olarak personel emniyeti ve
çevre riski gösterildi. Bab el Mandeb Boğazı’nda ve güneyindeki
yaklaşma sularında ticaret gemilerine saldırılar yeni değil. Bu
bölge 2007-2014 arasında Somali kaynaklı yoğun deniz haydutluğu ile
uğraşmak zorunda kalmıştı. Bu sorun ABD, AB ve NATO liderliğinde
icra edilen değişik deniz güvenlik harekatları ile kontrol altına
alındı. Ancak 2015'ten itibaren Suudi Arabistan’ın Yemen’de
uyguladığı işgal ve abluka harekatı sonrası Husilerin Suud deniz
hedeflerine saldırıları arttı. Batı medyası bu saldırıların
artmasını ABD’nin İran Nükleer anlaşmasından çekilmesine bağlıyor.
Hatırlanacağı üzere 12 Mayıs 2018 gecesi Türk gemisi İnce İnebolu
da füze saldırısına uğramıştı. Bu saldırının hiç de mantıklı
olmadığını, Husilerin kendilerine yardım getiren bir gemiyi neden
vurmak isteyeceklerini, bir yazımızda sorgulamıştık. Bab el
Mandeb'den her gün üç milyon varil petrol geçiyor. Bu petrolde
Suudi payı en büyük. Çoğunluk, Kızıldeniz kıyısındaki Yanbu
Rafinerisinin işlenmiş ürünleri bu boğazı kullanarak dünya
piyasalarına gidiyor. Diğer yandan Suudi Arabistan önceden inşa
ettiği boru hattı ile bu boğaza ve Hürmüz’e olan bağımlığını
azaltmış durumda. Kızıldeniz’e erişen boru hattıyla günde 5 milyon
varil petrol aktarılabiliyor. Diğer yandan günde 15 milyon varil
petrolün geçtiği Hürmüz Boğazı’nın İran tarafından kapatılma
tartışmalarının yaşandığı günümüzde, Suudi Arabistan’ın Bab el
Mandeb’de kendi tankerlerinin geçişlerini durdurması, zamanlama
olarak çok ilginç. Zira geçen Nisan ayında benzer yerde saldırılar
olduğunda, Suudi Petrol Bakanı, bu saldırılar bizi etkilemez
demişti.
HÜRMÜZ VE BAB EL MANDEB BOĞAZLARI
Bu kararın asıl nedeni Yemen’e karşı içinde ABD'nin de olacağı
uluslararası bir koalisyon harekatını başlatmak için BM Güvenlik
Konseyini harekete geçirmek olabilir. Bu karara, Rusya veya Çin
muhalefeti olduğu takdirde, ABD’nin denizlerin jandarması olarak
bir gönüllüler koalisyonu kurabileceği de göz ardı edilemez. Bu
gelişmeleri ABD İran gerilimi ve Hürmüz senaryolarından ayrı
tutamayız. ABD Savunma Bakanı Mattis, geçen hafta içinde Hürmüz
Boğazı’nın İran tarafından kapatılmasının uluslararası deniz
ticaret akışına büyük bir tehdit oluşturacağını ve o takdirde
uluslararası bir müdahalenin kaçınılmaz olacağını ifade etmişti.
Hürmüz’ün kapatılması diğer yandan İsrail’in çok arzu ettiği, ABD
liderliğinde İran’a karşı bir askeri harekatı da tetikleyebilir.
Böylesi bir senaryo petrol fiyatlarını 1973 krizindekine benzer
şekilde alt üst edebilir. Tabi ki bu durumdan kazançlı çıkacak
ülkeler ya da küresel sermaye sahibi çokuluslu şirketleri göz
önünde tutmamız gerekir.
İRAN SAVAŞ TUZAĞINA DÜŞMEMELİDİR
İran’ın bölgesel hatta kıtasal bir savaş tuzağına düşmemesi
küresel barışın anahtarı olacaktır. Bu gelişmelerde şüphesiz en
kritik ülkeler Türkiye ve Rusya Federasyonu'dur. İran’a saldırı
petrol fiyatlarını artırarak Rus ekonomisine nefes aldırabilir.
Ancak İran’da Atlantik yanlısı bir rejimin, Rusya’nın güneyden,
Çin’in batıdan kuşatılmasını tetikleme riski, bu çıkarı gölgeler.
Türkiye için olası İran müdahalesinin yaratacağı kayıplar ayrı bir
yazı konusudur. Rusya’nın bu koşullarda İsrail’i dizginlemeye;
ABD’yi yavaşlatmaya çalışması beklenmelidir. Diğer taraftan
İran’ın, Hizbullah ve diğer vekilleri üzerinden Suriye ve Yemen’de
devam eden silahlı çatışmaların İsrail ve Suudi Arabistan
güvenliğine oluşturduğu risk ve tehditleri, en azından dondurması
teşvik edilmelidir. Başta İsrail ve ABD’deki şahinlerin İran
müdahalesi için değişik senaryoları gündeme getireceği de
unutulmadan, Suudi Arabistan’ın Bab el Mandeb Boğazı'ndan kendi
gemilerinin geçişini yasaklamasına değişik perspektiften bakılması
gerekir. Zira bu karar Yemen’deki krizin uluslararasılaştırılması
ve ABD Donanmasının aktif olarak krize çekilmesi açısından çok
önemlidir.