Bilim ve sanat alanlarıyla
ilgilenenler bilir John Horgan’ın “Bilimin Sonu” adlı bir eseri
vardır. Aynı şekilde Donald Kuspit’in de “Sanatın Sonu” adlı bir
kitabı vardır. Türkçeye çevrilen bu iki eser de teorik olarak güçlü
argümanlarla günümüz dünyasında bilimin ve sanatın sonuna
gelindiğini savunurlar. Onlara göre çağdaş bilim ve çağdaş sanat
tekrar üretimden ve taklitten ibarettir. Özgünlük diye bir olgu
kalmamıştır. Artık bir daha Newtonlar, Einsteinlar, Van Goghlar,
Picassolar çıkmayacaktır. Bu benzetmelerden hareketle kendi medya
dünyamıza gelelim. Acaba 2018 biterken biz de Türkiye’de köşe
yazarlığının ve hatta yorumculuğun sonuna mı geldik?
Açık konuşalım. Artık hemen hemen
hiçbir köşe yazarı ya da diyelim köşe yazanların yüzde 99’u yankı
oluşturmuyor. Ne söylediklerini halktan hiç kimsenin taktığı yok.
Sözlerinin bir değeri kalmadı. Zaten çoğu köşe yazarının ismini
toplumun yüzde 99,9’u tanımıyor. Köşe yazarları genelde “Benim
halkta karşılığım var” diyerek kendi kendini kandırıyor. İster
hükûmetin yanında ister hükûmetin muhalifi olsun bu fotoğraf
değişmiyor. 3-4 sene öncenin çok okunan ideolojik yazarlarını da
kimsenin taktığı yok. Kemalistler de “Kemalizm geri dönecek biraz
daha sabır” morfininden sıkıldı ve bunaldı.
Kemalist yurttaşlarımız da
üfürükçü gazeteciler tarafından kandırılmak istemiyor. O yüzden o
tip yazarlar ne yazsa tutmuyor. Bu eski tüfek Kemalistlerin Twitter
ortamındaki genç taklitçileri de aynı şekilde bitik. Ancak
“Türkiye’de dindarlar ve başörtülüler zulüm görmedi” gibi
trollüklerle ilgi toplamaya çalışıyorlar. Toplumun büyük
çoğunluğunun nefretini kazanmak zaten bitmek demektir. Öte yandan
alternatif medya denen platformların da hiç yankı oluşturduğu yok.
Medyascope kendini önemli sanıyor ama bugüne kadar ciddi etki
yapamadı ve özellikle 24 Haziran’dan önce tüm analizleri yanlış
çıktı. Hiç öz eleştiri yaptıkları da yok. Yani yazarlık ve
yorumculuk işine tam olarak bir ölü toprağı serpilmiş
durumda.
Sadece köşe yazarı değil TV’lerde
yorum yapan konuk havuzu da ölü ve bitik durumda. 250 kere anaakım
ekrana çıktığı ve köşe de yazdığı hâlde toplumun hiç tanımadığı
adam dolu ortalık. Eskiden bazı kişiler ilk TV’ye çıkışında bile
olay oluştururlardı. Hem bizim taraftan hem karşı taraftan vardı
böyle yıldız isimler. Şimdi bu dönemin sonuna gelindi. 250 kere
prime time’da anaakım ekrana çıkıp ve bir de köşe yazıp tanınmamak
ve bilinmemek. Bu gerçekten akıl almaz bir başarı. Bu kadar silik
ve buhar şahıs olabilmek. Mesela bana geçenlerde CHP’li bir dostum
bir isim vererek, “Bu ara sizin kanatta AK Parti tepelerinde bu
adam modaymış” dedi. O bahsettiği şahsın ismini ilk kez duymuştum.
“E dedi ekranlara çıkıyor ya sürekli. Bana kendisi söyledi.” Sonra
suratını görünce biraz anımsadım ama ismi aklımdan çıkmış. Sordum
soruşturdum tanıyan yok. Ben değil kimse tanımıyor o
kişiyi.
Aynıları muhalif kanatta da var.
Eskiden popüler olan kimi isimler de aynı durumda. Ekrana
çıkıyorlar, reyting yok. Yazıyorlar tiraj yok, okunma yok.
İnternette arbitraj rakamları duruyor. Bazı yazarlar gün boyu 1 tık
almış, evet sadece 1 tık. Babası bile okumamış demek ki. En büyük
dev gazetelerde köşesi olan ama yazısını Twitter’dan yayınlayınca 1
rt almayan yazar var. Bunlar da meczup değil eskiden ismi cismi de
olan yazarlar.
TV ortamları için “Efendim gerçek
muhalif olduğumuz için çıkamıyoruz” diyenlerin de dediğim gibi
kendi mecralarında suratlarına bakan yok. Alın işte çok pohpohlanan
Muharrem İnce bile bomboş çıktı. Erdoğan’a karşı olmak dışında
İnce’nin bir özelliği yoktu. Şu an takan kimse yok. Hâlbuki yeni ve
güçlü ses olsa yerel bir internet sitesinden bile kafa çıkartsa bir
anda fenomen olur. Elvis Presley dandik bir plak şirketinden
çıktığında bile ortalığı yıkmıştı. İster yazılı ister görsel alanda
olsun bir “aura”sı olan kişi ortalığı yıkar geçer.
Gazetelerden Hürriyet’i
düşünelim, bu gazeteden Ertuğrul Özkök ve Ahmet Hakan dışında
bakılan, edilen, okunan kimse yok. Ben bu iki isimle de çok kavga
ettim ama yine arbitraj olarak bunlar bir şeyler yapmaya çalışıyor.
Bilimsel rakamlar bunu söylüyor. Geri kalan Hürriyet yazarları
bitik. Gerçi Hakan ve Özkök de eskiye oranla dehşet okur kaybetti.
Her gün okurları azalıyor. Siyasi olarak sürekli dansöz gibi bir
öyle bir böyle oynamaları tüm toplumu bu iki isimden soğuttu. İşte
Ahmet Hakan, Kanal D ekranlarında tam anlamıyla fiyasko yaşadı hiç
reyting alamadı. Özkök de ne zaman ekranda olsa kimse izlemez. Yani
aslında toplumda karşılıkları yok ama kalem kıvraklığıyla işi
götürmeye çalışıyorlar.
Habertürk’te de Fatih Altaylı ve
Nagehan Alçı iyi arbitraj alıyor, tıklanıyor ama diğer herkes
bitik. Dediğim gibi bilimsel rakamlar bunu söylüyor. Zaten bu grup
bu yüzden çok büyük tenkisata gidiyor. Fatih Altaylı ile de çok
kavga ettim ama Özkök-Hakan ile ilgili söylediklerim onun için de
geçerli. Ben adil adamım. Gerçi şimdi sırf reytingi pompalamak için
Altaylı-Alçı arasında kadın hakları polemiği çıkardılar ama
başarılı oldu. Fakat Altaylı kadın haklarıyla ilgili kalem
oynatırken söylenecek öldürücü argümanı bakıyorum hiçbir köşe
yazarı akıl edip yazmıyor. Oysa bilinen bir olgu bu. İşte bunun
için zaten köşe yazarlığının ve yorumculuğun sonu geldi diyorum.
Diyeceksiniz ki sen niye yazmıyorsun o öldürücü argümanı? Ben
zamanında yazdım, çok da okundu ama bizim tarafta okunmanın ve ilgi
görmenin hiç önemi yok.
Bizim tarafın sorunu da doğru
pozisyonu alıp doğru ilişkileri kurduktan sonra 1 kişinin bile
okumayacağı yazılar yazsanız çok okunan bir yazarla aynı kefeye
konmanızdır. Sıfıra yakın reyting de alsanız programınızın aynen
devam etmesidir. Yani yeteneksizliğin ve korkaklığın
ödüllendirilmesidir. Okunmak ve izlenmek değil ilişki ve yalakalık
ağları kriter olmuşsa orada iş biter. Hatta çok okunan ve çok
izlenen yani toplumun merak ettiği biriyseniz başınıza bela gelme
olasılığı daha fazla. Nitekim medya tarihinde böyle olaylar da
yaşadık. O yüzden bizim kanatta da çoğu köşe yazarları “Yaşayan
ölü” olmayı tercih ediyor. Birey olarak yok
hükmündeler.
Bu ülkede bazı gazeteler köşe
yazarsız çıksa akşama kadar kimsenin fark etmeyeceğine eminim.
Zaten benzer şeyler oldu. Bir yazarın 3 gün üst üste aynı yazısı
çıktı ve kimse fark etmedi. Şüphesiz aynı şey bugün Milliyet ve
Vatan için de geçerli. Bu gazeteler de köşe yazarsız çıksa kimsenin
fark etmeyeceğine eminim. Eski dönemin tanınmış isimleri bile ne
yazıyor ne yazmıyor kimse farkında değil, umurunda da değil. Hiçbir
yazı okunmuyor ve tıklanmıyor. Bir ara bu gazetelerde yazanlardan
“Şu muhalif şu yandaş” listeleri düzenlenmişti. Yahu ne muhalif
olanları ne yandaş olanları toplum tanıyordu ve biliyordu.
Bilinmeyen insanın muhalifi ya da hükûmet yanlısı mı olur? Bunlar
ekrana aynı titrlerle çıksa da ne olur? İşte olmuyor ve adım adım
dediğime geliyoruz, köşe yazarlığının ve yorumculuğun
sonuna.