Bundan tam 1 sene önce, 3 ve 5
Eylül 2018 tarihinde üst üste iki yazı yazmıştım. Bunlardan
biri “Köşe yazarlığının ve yorumculuğun
sonu”, öbürü de “Medyanın
sonu” başlığını taşıyordu. Bu iki yazı da tüm medyada
çok yankı uyandırmıştı. Bizim taraf medyası açısından da yaklaşan
felaketi haber veriyordum aslında o iki yazımda. Bir
tip erken uyarı sistemi gibi alarm
veriyordum.
Bizim taraf köşe yazarlarının ve
ekran kişiliklerinin toplumda hiçbir etkisi ile öneminin
kalmadığını dürüstçe ifade ediyordum. Sonunda 23 Haziran hezimeti
geldi ve bizim taraf medyasının çöküşünü herkes gördü. 23 Haziran
sonrası bizim taraf medyası bir öz eleştiri yapar diye tüm AK Parti
tabanı bekliyor ama maalesef değişen bir şey yok. Şöyle yazmıştım
tam 1 sene önce:
“Bizim tarafın sorunu da
doğru pozisyonu alıp doğru yalakalık ilişkileri kurduktan sonra 1
kişinin bile okumayacağı yazılar yazsanız da çok okunan bir yazarla
aynı kefeye konmanızdır. Sıfıra yakın reyting de alsanız
programınızın aynen devam etmesidir. Yani yeteneksizliğin ve
korkaklığın ödüllendirilmesidir. Okunmak ve izlenmek değil, ilişki
ve yalakalık ağları kriter olmuşsa orada iş biter. Hatta çok okunan
ve çok izlenen, yani toplumun merak ettiği biriyseniz başınıza bela
gelme olasılığı daha fazla. Nitekim medya tarihinde böyle olaylar
da yaşadık. O yüzden bizim kanatta da köşe yazarları ‘Yaşayan ölü’
olmayı tercih ediyor. Birey olarak yok
hükmündeler.”
Maalesef bu süreç son 1 sene
içinde daha da artarak ve derinleşerek devam etti. Bu
söylediklerimi aslında tüm bizim taraf köşe yazarı arkadaşlarım
biliyor ve bana katılıyor. Bu konuları yüz yüze hep konuşuyoruz ama
medeni cesaret eksikliğinden ses çıkarmıyorlar ve maaşlarını alıp
kafayı kuma gömerek yaşamaya devam ediyorlar...
İşin kolay kısmı olan iç savaş
kalemşorluğuna yeltenerek durumu kurtarmaya çalışanlar oluyor, oysa
tehlikenin büyüğü eski müesses nizamdan ve soldan gelmeye devam
ediyor. Bütün bu bitikliğe rağmen bizim tarafta kıskançlık ve haset
de aynen devam ediyor. DP’li siyasetçi Rıfkı Salim
Burçak’ın anılarında söylediği aklıma
geliyor:
“Biz 1958-60 döneminde DP
grubu olarak şahsi hasetlerle hep birbirimizi yedik. Aramızdan biri
daha meşhur olur, halk nezdinde prim yaparsa, o kişiye hasetle daha
da yüklenirdik... Sonra bir gün 27 Mayıs geldi ve hepimizi birden
cemselere doldurup tekme tokat içeri attılar. Biz Yassıada’da
aramızdaki bu iç savaş benzeri çekişmelerin ne kadar ahmakça
olduğunu anca anlayabildik ama iş işten
geçmişti.”