Türkiye’nin artık şu gerçeği kabul etmesi gerekiyor; adı konulmamış bir yeni savaşın tam ortasındayız. Bu, yeni bir paylaşım savaşı ve daha önceki iki büyük savaştan da çok daha kapsamlı ve şaşırtıcı sonuçları olacak bu savaşın...
Şu denebilir; Türkiye böyle bir risk almak durumunda değildi, bölgesinde ve dünyada bu kadar iddialı olmak zorunda değildi, “Dünya beşten büyüktür” diyen bir liderimiz olmasıydı bu savaşın merkezinde olmazdık.
Tıpkı 2. Dünya Savaşı’nda olduğu gibi “durumu idare” edebilirdik. Esasında şu sıra Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın politik duruşu ile ona her düzeyde ve her platformda -açıkça söylemek gerekirse kurduğu parti içinde bile- muhalefet eden kesimlerin politik duruşu arasındaki temel fark budur. Haziran seçimleri sonrasında koalisyon çözümünün en iyi çözüm olacağını hem ekonomide hem de siyasette yeni bir “uzlaşı” ikliminin gerekli olduğunu söyleyenlerin de politik arayışı tam buydu. Önce 17/25 Aralık tezgahını kuran, sonra da 15 Temmuz darbe girişiminde bulunan FETÖ ile, bu koalisyonla birlikte uzlaşarak yola devam edilmesi ve Türkiye’nin FETÖ tehdidinden böylece kurtulması(!) da bu çevrelerin temel savunusu idi. Aslında bu çözüm (yani koalisyon) 15 Temmuz darbesini gereksiz kılacaktı. Çünkü 17/25 Aralığı da zimmi olarak kabul etmiş ve buna bağlı olarak Cumhurbaşkanı’nın politik gücünü devre dışı bırakmış bir AK-Parti karşımızda olacaktı.
Terörün kaynakları
Koalisyon çözümü, Türkiye’nin bütün büyük altyapı yatırımlarını askıya alacak, savunma sanayi gibi temel stratejik alanlarda filizlenmeye başlayan üst teknoloji arayışları da ortadan kaldırılacaktı.
Bunun ötesinde Türkiye’nin Erdoğan’la birlikte merkeze aldığı bütün enerji hamleleri de Batı’nın yeniden inisiyatifine geçecekti. Bugün ortaya çıkıyor ki, FETÖ Türkiye ekonomisini bir kanserli ur gibi sarmış, bu örgütün denetlediği şirketlerin Türkiye ekonomisindeki ağırlığı TUSKON gibi yarı mafya örgütlerle artırılmış ve FETÖ’den izin alınmadan piyasaya giriş ve çıkışlar neredeyse kilitlenme aşamasına gelmişti.
17/25 Aralık’tan sonra bu terör yapısını finanse eden şirketlere CMK’nın 133. Maddesine göre kayyum atanmasına bağımsız yargı karar vermişti ama bu yaklaşımın, açıkça söylemek gerekirse, Cumhurbaşkanı ve yakın ekibi dışında politik olarak doğrudan doğru olduğunu söyleyen yoktu.
Tam aksine, bu terör yapısının şirketlerini -hele en büyük iktisadi çevrimi elinde tutan Ankara merkezli bir grubu- korumak için kimlerin devreye girdiğini de artık bu toplum bilmelidir. Mısır darbesi olduğu zaman Mısır darbesini yapan ordu, Mısır ekonomisinin yüzde 60’ından fazlasını denetler durumdaydı ve bu, darbenin başarılı olması kadar, darbe sonrası politik meşruiyetinin temel gücüydü.
Bakın şunu çok açık söylüyorum, artık söylemek zorundayım çünkü bu 15 Temmuz gecesi şehit olan kardeşlerime borcumdur: Eğer bağımsız yargı, bu terör örgütünün ekonomik gücünü, 15 Temmuz’a giden süreçte, CMK 133’e göre, kesmesiydi, 15 Temmuz’un ekonomik meşruiyetini biz teslim etmiş olurduk ve 15 Temmuz’un başarılı olma şansı, 15 Temmuz sonrasında bile söz konusu olabilirdi. Bu terör örgütünün temel finans gücünü o günlerde korumaya çalışanlar kimlerdi, sanıyorum bunu bu Türkiye’nin namuslu gazetecileri yazacaktır.
Hegemonyanın savaşı...