Şu yaşadığımız günlerin Türkiye’nin siyasi dönüşümündeki tarihi önemi yadsınamaz. Ancak Türkiye ekonomisinin de, tam da şu günlerde, atacağı adımlar hepimizin bu içinde bulunduğumuz yüzyıldaki refahını, bu ülkenin geleceğini belirleyecek.
Geçen yüzyılda kalmış, bir şekilde bize dayatılan para ve maliye politikalarıyla yeni sanayi devrimini yakalamayı bırakın, büyük çoğunluğun insanca yaşamasını sağlanacağını bile iddia etmek artık bana çok saçma geliyor.
O halde günü karşılayamayan “eskilerden” temizlenmek gerekiyor. Zaten bir noktada Türkiye ekonomisinin dinamikleri, kendiliğinden de olsa, bunu yapmaya başladı. Sanayicinin ve ihracatçının, meslek örgütleri ve çeşitli sivil toplum kurumlarıyla, artık kendilerini yatırımdan caydıran eskimiş politikalardan vazgeçilmesi konusunda dile getirdikleri talepler ilgili kurumlarımızda karşılığını bulmaya başladı.
Kredi Garanti Fonu (KGF) gibi uygulamaların sanayicide ve banka kesiminde karşılığını bulması, bankaların gerçek işlevinin sanayiciyi ve yatırımcıyı finanse etmelerini olduğunun hatırlanması, kamu iktisadi işletmelerinin, işletme kârlılığı ve kamu yararı bileşimini sağlaması ve bunun ne denli önemli olduğunu anlamamız, yalnız finansal piyasa “istikrarını” ve bütçede yalnız faiz dışı fazlayı amaçlamanın aslında uzun vadede yıkım olduğunu nihayet idrak etmemiz... Bütün bunlar bize Türkiye’nin siyasette olduğu gibi ekonomide de yeni bir döneme girmek üzere olduğunu bize anlatan çok güçlü işaretler.
Büyük mücadele...
Türkiye, tarihindeki en büyük iktisadi krizlerden biri olan 2001 krizinden sonra dalgalı kur rejimine geçti ve maliye tarafında da faiz dışı fazlanın maksimizasyonunu amaçlayan, KDV, ÖTV gibi vergilere ve yaygın dolaylı vergi getirisine yaslanan bir çatıyı benimsedi. Ama bu çatının altına da bir nevi örtülü IMF programı olan Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı (GEGP) yerleştirildi.