Bundan sonrası nasıl olacak; hiç şüphesiz bu yeni bir dönem, bu dönemin dinamiklerini yalnız içerideki siyasi dinamiklere bakarak çözemeyiz. Dolayısıyla bundan sonrası nasıl olacak sorusu bugün parlamentodaki partilerin iktidar oyununa bakarak cevaplandırılamaz. Yakın bir gelecekte Türkiye’de nasıl bir hükümet kurulursa kurulsun, siyasetin yolu ne olursa olsun, içinde bulunduğumuz bölgeye baktığımızda nereye doğru gitmemiz gerektiğini ya da bizi nereye “savurmak” istediklerini görebiliriz.
Tarih ve güncel...
Yalnız ulusal sınırlar içindeki dinamikler artık ülkelerin kaderi için belirleyici değil, küresel ve bölgesel dinamikler giderek daha fazla öne çıkıyor. Türkiye için Avrupa, kısaca MENA dediğimiz Ortadoğu/Kuzey Afrika ve sonra Kafkasya bölgesi öncelikle ele alınması gerekiyor. Zaten Arap Yarımadası ile birlikte bu bölge insanlık tarihini de belirleyen, yazan sosyolojiyi oluşturmuştur.
20. yüzyılın başına kadar bu topraklarda ekonomik dinamik olarak Asya ve Avrupa ticareti ve ticari geçiş yolları, su kaynaklarının paylaşımı ve buna bağlı yerleşik tarım siyasetin ve toplumların oluşumunun ana harcı olmuştur. Ama 20. yüzyılın başı itibarıyla petrol ve daha sonra doğal gaz, MENA ve Kafkasya ana hinterlandını ekonomik paylaşımın merkezi yapmıştır. Her iki büyük paylaşım savaşının temel hedeflerinden biri, bu bölgedeki kaynakların ve giderek pazarın paylaşımıdır.
Şimdi olan biten aynen budur. Çünkü 2. Dünya Savaşı’nın oluşturduğu bütün ekonomik, siyasi ve diplomatik paradigma ve bu paradigmanın kurumları tam şimdi çöküyor. Burada tartışmamız gereken Türkiye’nin bu yeni paradigmada nasıl yer alacağıdır. İnanın bütün yapılan siyasi tartışmalar, çözüm süreci tartışmalarından, koalisyon tartışmalarına kadar her şey bu tarihsel ve güncel gerçeğin tartışmasıdır aslında.
Enerji üzerinden politik strateji
Geçen gün Brüksel merkezli düşünce kuruluşu Bruegel, “Türkiye-AB arasında stratejik bir enerji ortaklığının kurulması üzerine” başlıklı bir not yayınladı. Bu not, aslında enerji (ağırlıkla doğalgaz) üzerine olsa da, buradan yola koyularak yeni bir ekonomik ve siyasi entegrasyon arayışını sorguluyor. Şöyle deniyor: “ 2014 Ukrayna krizinden sonra, AB’nin enerji güvenliği arayışlarını öne çıkardı ve şubat ayında AB Komisyonu bir enerji tebliği yayınlayarak, Güney Gaz Koridoru üzerine yoğunlaşılması ve Türkiye’ye yeni bir enerji stratejik ortaklığı kurulması konusunda çağrı yaptı. Hemen hemen aynı tarihlerde, Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye’nin AB üyelik süreci ile ilgili olarak iki stratejik başlığın neden ısrarla açılmadığını AB yetkililerine soruyordu. Bu iki stratejik başlık savunma ve enerji başlıkları idi. Şunu anlıyoruz ki, AB Komisyonu'nun bu çağrısına rağmen, Türkiye ile özellikle enerji, savunma gibi stratejik başlıklarda “ortaklık” kurmayı istemeyen, daha geniş bir perspektiften söylersek, Türkiye’yi AB’ye kesinlikle istemeyen bir güç var. Tabii bu gücü biz tarihsel ve somut olarak biliyoruz. Almanya burada başı çekiyor ve Almanya, Rusya’ya rağmen tercihini, AB Komisyonu'nun çağrısına rağmen, Türkiye’den yana kullanmıyor. Ama iş burada başlık açmamak ya da AB Komisyonu’nun önerdiği stratejik işbirliğini oluşturmamak gibi pasif bir Türkiye karşıtlığıyla de kalmıyor.