Cemil Ertem Milliyet Gazetesi

FETÖ’nün politik-iktisadi özeti: Yeni mandacılık

Günler, 15 Temmuz’un arkasındaki karanlığı görmemizi sağlayacak verileri, gelişmeleri önümüze getiriyor. Aslında 15 Temmuz öncesine bakıldığında da bu darbe girişimini de aşan, adeta...

02 Ağustos 2016 | 326 okunma

Günler, 15 Temmuz’un arkasındaki karanlığı görmemizi sağlayacak verileri, gelişmeleri önümüze getiriyor. Aslında 15 Temmuz öncesine bakıldığında da bu darbe girişimini de aşan, adeta Türkiye’yi parçalamaya dönük bir işgal harekâtının ipuçlarını yakalayabiliriz. Öncelikle bu işgal harekâtında kullanılan FETÖ’nün asker kanadıyla sınırlı olmayan, FETÖ’nün uyuyan “sivillerini” ve onların ikinci, üçüncü halkası olan kimi “liberal”- gizli anti-Erdoğancı çevrenin de bu darbe sürecinin ve sonrasının asıl aktörleri olduğunu da pekâlâ söyleyebiliriz.

15 Temmuz’u takip eden günlerde, kimi ABD’li neoconların Türkiye’de olduğunu ve bu çevrelerle toplantılar yaptığını öğrendik. Şaibeli yollarla Türkiye’yi terk eden isimlere de baktığımızda bu işin “üst aklı” meselesinin artık bir komplo teorisi-tespiti olmadığını söyleyebiliriz.

Zaten bunu Türkiye devleti, hem darbe girişimi öncesi hem de darbe girişimi sonrası en üst seviyeden -Cumhurbaşkanı’nın bizzat kendisi- dillendirdi ve bu tespiti bir yerde resmi olarak yaptı. İşin şaşırtıcı yanı, bu girişimin üst aklına bağlı olarak politik duruşunu ve ideolojisini üreten bu kesimlerin, Türkiye’de “liberal” ve darbe karşıtı bir kimlikle aramızda yaşamış olmaları hatta uzunca bir dönem Erdoğan’ı, AK Parti’yi desteklemiş olmaları...

Yeni mandacılık

Zaten bu girişimin operasyonel örgütü FETÖ’nün de bu çevrelerle birlikte, politik pozisyonu da bu olmuştur. O zaman bu çıkarımın sonucu şudur: 15 Temmuz başarılı olsaydı Türkiye 12 Eylül’ü taklit eden bir süreci yaşamayacaktı. Bu süreç ,Türkiye’de, 1. Dünya Savaşı sonrası ortaya atılan mandacılığın, günümüz koşullarında yeni bir şekli olarak tezahür edecekti. Bilindiği gibi mandacılık 1. Dünya Savaşı sonrası ortaya atılan bir kavram. İlk defa 1919’da Paris Barış Konferansı’nda gündeme gelmiş ve hemen arkasından Milletler Cemiyeti Sözleşmesi’ne resmen girmiştir. Esasında manda yönetimi, geleneksel sömürgeciliği reddeden, ancak azgelişmiş ülkelerin kendi kendilerini yönetemeyecek olduğunu öne sürerek, “modern” dünyaya intibak sağlayacak düzeye gelene değin, Milletler Cemiyeti adına büyük (emperyalist) devletlere, azgelişmiş ülkeleri yönetme yetkisi veren bir ara sistem olarak gündeme getirildi.

Ancak mandacılık, uygulama etkisi, süresi ve alanı dışında bir politik-ideolojik hatta kültürel bir duruş olarak hep var oldu. Yirminci yüzyılda, ulusal-siyasi bağımsızlığı kazanmak ancak şekilsel bir durumdu. Bütün Soğuk Savaş dönemi, ABD ve Sovyetler’in ekonomik ve siyasi olarak paylaştığı “bağımsız” ülkeler dönemi idi ve ABD bu ülkelerde darbe, vesayet yönetimlerini işbaşına getirirken, Sovyetler de kendisine doğrudan bağımlı otokrasiler inşa etti. Özellikle ABD, Latin Amerika’da, Ortadoğu’da ve Pasifik’te darbe ve vesayet yönetimlerini faşist diktalar olarak ayakta tuttu ve bunu da Gladio gibi yarı-resmi askeri-paramiliter yapılarla sağladı. Bugün görülüyor ki Gülen örgütlenmesi o dönemin en uzun dönemli, en etkin, en tehlikeli Gladio örgütlenmelerin-den birisiymiş. Gülen’in 12 Eylül ve öncesi ve sonrasındaki işlevine baktığımızda bunu görürüz ama başta 28 Şubat olmak üzere, bundan sonraki tüm süreçlerde de bu Gladio artığı örgütün yaptıkları onu ele verir. Gülen örgütlenmesinin ideolojik söylemleri, ABD’nin Soğuk Savaş sırasında geliştirdiği sözüm ona “liberal, özgürlükçü” argümanları tekrar eder. Dinler arası diyalog, ekonomide ultra liberalizm buna en somut örneklerdir. Ama artık bu argümanlar ABD için de biten “çağ dışı” bir ideolojinin artıklarıdır. Bu darbe girişiminin ve FETÖ’nün mutlak yenilgisi tabii buraya da bağlıdır.

Kökler nerede?

Şimdi bizim burada üzerinde durmak istediğimiz husus şudur; FETÖ’nün operasyonel olarak kullanıldığı ve üst aklını neoconların ördüğü bu saldırının Türkiye’deki kökleri nerede? Eğer bunu tam bu günlerde tespit edemezsek, bu tür girişimlerle daha çok karşılaşırız. Şu günlerde ordunun darbe yapamayacak hale getirilmesi, askeri okulların kapatılması falan bunlar Türkiye için bir devrimdir. Ama postmodern mandacılık, yalnız darbeci askerlerin tasfiye edilmesiyle ortadan kalkacak bir olgu değildir.

YAZININ DEVAMI

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Ekonominin geleceğini simgeler anlatır! 31 Ekim 2018 | 5.210 Okunma Neden yeni bir kalkınma hikâyesi gerekli... (2) 25 Ekim 2018 | 5.325 Okunma Neden yeni bir kalkınma hikâyesi gerekli... 24 Ekim 2018 | 4.578 Okunma Sorunlar, tespitler ve çözümler... 18 Ekim 2018 | 5.624 Okunma Ekonomi politikasında ‘popülizm’ nedir, ne değildir? 17 Ekim 2018 | 3.785 Okunma