Bayram sonrası Türkiye’nin gündemi ağır... Gündem deyince bu, bence iki türlü... Birincisi bize medya ile “konuşturulan-tartıştırılan” gündem. İkincisi, bizim-şimdilik- konuşmadığımız, tartışmadığımız gündem.
Yani İstanbul Boğazı’nı düşünün, hep söylenir ya, Boğaz’ın
metrelerce altında başka bir yeraltı nehri var diye. Bizim
konuşmadığımız, esas gündem böyle bir şey işte... Esas olan biten
sizin haberiniz olmadan bu yeraltı nehrinde akıp gidiyor; siz
ancak, bu yeraltı nehri gün yüzüne çıktıktan sonra, olan biteni
tartışıyorsunuz. Şu günlerde eğer “esas gündemi” konuşacaksak
burada bize yardımcı olacak en önemli kavram “Asimetrik Savaş”
kavramıdır.
Geçen sene sanıyorum Le Monde Diplomatique dergisinde
görmüştüm. Semih Halef’in bu başlıkta bir yazısı vardı. Yazar,
yaklaşık olarak, şunu anlatıyordu; “Asimetrik savaşla, içeriden
gruplar, özel şirketler, parlamentolardaki hizipler, stratejik
önemi olan bakanlıklar ve güvenlik birimleri üzerinden, devletleri
içeriden işgal ediyorlar.” Türkiye, bunu tespit etti ve şimdi
bununla mücadele ediyor. AncakIŞ burada bitmiyor; kurumsal
işgal bir müddet sonra sosyolojik sinir uçlarını buluyor, bunları
istediği zaman harekete geçirecek konuma getiriyor.
Darbe ve Asimetrik Savaş süreçleri...
Toplumda olması gereken sınıfsal, kültürel farklılıklar
abartılarak kutuplaştırıcı bir siyasi dile dönüştürülüyor.
Kitlelerin siyasi talepleri, istekleri asimetrik savaş kurumları
tarafından kullanılıyor ve bu siyasetin meşru güçlerinin ya da
devletin bildiğiniz yüzünün yönetemeyeceği bir hale varıyor. Artık
bu noktadan sonra size asimetrik savaş kurumları hakimdir.
Örneğin çok basit olaylarda devletin gereksiz sertlik
kullanması ve bunun da yine asimetrik savaşın önemli bir unsuru
olan medya ağının abartması iç savaşın kapılarını açıyor.
Türkiye’nin siyasi tarihinde böyle sayısız kanlı olay
sayabilirsiniz. Gezi, bu konuda Türkiye için, belki en çarpıcı
örnektir. Yine bizce hala devam eden 17 Aralık darbe girişimi de
çok çarpıcı bir asimetrik savaş örneğidir.